Duyurular

KADİM ANTAKYA KÜLTÜRÜNÜN KORUNMASI VE BİLİM İLE SANATIN IŞIĞINDA ANTAKYA’NIN TARİHİ ASLINA UYGUN ÇAĞDAŞ BİR DÜNYA KENTİ OLARAK YENİDEN İNŞA EDİLMESİ İÇİN GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİMİZ

img

KADİM ANTAKYA KÜLTÜRÜNÜN KORUNMASI VE BİLİM İLE SANATIN IŞIĞINDA ANTAKYA’NIN TARİHİ ASLINA UYGUN ÇAĞDAŞ BİR DÜNYA KENTİ OLARAK YENİDEN İNŞA EDİLMESİ İÇİN GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİMİZ

(Ne istiyoruz? Niçin? Nasıl?)

www.kadimantakyadostlari.net

https://www.facebook.com/groups/735806458285439/about/

https://www.instagram.com/kadimantakyadostlari/

https://twitter.com/KadimAntakya

https://www.youtube.com/channel/UCGs8hN9m3nej8Oo_S1G9lEw


Sivil ve sosyal bir platform/dernek olan KADOP’un misyonu kadim Antakya kültürünün korunması ve Antakya-Hatay’ın bilim ve sanatın ışığında çağdaş bir dünya kenti olarak sürdürülebilir biçimde yeniden inşa ve ihya edilmesidir.

KADOP’un vizyonu; deprem sonrasında toplumsal örgütlenmeyi destekleyerek katılımcı biçimde ortak aklı kullanarak Antakya-Hatay’da yaşam kalitesinin yükseltilmesi için çalışmalar yapmak ve yapılan çalışmalara destek sunmaktır.

KADOP’un amacına ve yürütmekte olduğu faaliyetlere aşağıda kısaca yer verilmektedir:

6 Şubat 2023 ve 20 Şubat 2023 tarihlerinde meydana gelen yıkıcı deprem felaketlerinden sonra yasalara uygun olarak;

Kadim Antakya kültürünün ve kültürel varlıkların korunması.

Antakya’nın tarihi aslına uygun çağdaş bir dünya kenti olarak bilimin ve sanatın ışığında yeniden inşa edilmesi.

Antakya ve Hatay için çevresel, iktisadi, sosyal, demografik dengenin korunması da dahil, her türlü risk ve tehdide karşı çözüm önerileri geliştirmek ve risk ve tehditlerin bertaraf edilebilmesi için çalışmak.

Deprem sonrasında Hatay’a geri dönüşlerin hızlandırılması ve bölgenin iktisadi ve sosyal bakımdan kalkınması için öneriler, projeler, programlar, faaliyetler geliştirmek ve bunların uygulanmasına katkı sağlamak.

Antakya ve Hatay için yerel, ulusal, uluslararası farkındalık ve kamuoyu yaratmak, yaratılan kamuoyu desteğini Antakya ve Hatay yararına harekete geçirmek, dayanışma ve iş birliği içinde çalışmak.

Afetzedelere ve bölgeye yardım yapmak isteyen kişi ve kuruluşlara ihtiyaç duyup, talep ettikleri destekleri vermek, birlikte ortak projeler geliştirmek.

Konularında uzman, yetkin ve saygın öğretim üyeleri ile uygulamacı meslek sahiplerini, meslek odalarını, yerli ve yabancı yatırımcıları hükümetle ve yerel yönetimlerle, diğer sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yapmak üzere bir araya getirmek için çaba göstermek, Antakya ve Hatay’ın yeniden inşası için bunların bilgi, birikim ve deneyimlerinden yararlanmak.

Antakya ve Hatay’ın yeniden inşası, bölgenin iktisadi ve sosyal, kültürel bakımdan gelişmesi için projeler hazırlamak ve geliştirmek, ulusal ve uluslararası fon, bağış, hibe, kredi kurum ve kuruluşlarını, sivil toplum kuruluşlarını, yatırımcıları harekete geçirerek bu projelerin uygulanmasına katkıda bulunmak.

Bilimin ve sanatın ışığında; Kadim Antakya kültürünün, somut ve soyut kültürel mirasın korunması, Antakya’nın tarihi aslına uygun çağdaş bir dünya kenti olarak, kimlikli, ekolojik, teknolojik, akıllı, güvenli, turistik, insan odaklı, afete dirençli ve sürdürülebilir bir kent olarak yeniden inşa edilmesi için, sosyal, kültürel ve ekonomik katılım ve gelişmenin sağlanması için araştırmalar ve çalışmalar yapmak.

Ekonomi, sağlık, eğitim, spor, kültür, sanat, edebiyat, müzik, çevre, ekoloji ve turizm faaliyetlerini desteklemek üzere diğer STK’larla, ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği yapmak, uygulamak üzere projeler geliştirmek.

Bölge halkının, esnaf ve sanatkarların, küçük çiftçilerin, iş insanlarının yeni işletmeler kurmalarına, işlerini geliştirmelerine, kredi kaynaklarına erişebilmelerine yardım ve destek sağlamak.

Doğal kaynakların ve ekolojinin korunması, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kullanımı için çalışmalar yapmak, yerli ve yabancı yatırımcılarla, yatırım fonlarıyla görüşmek ve bölgeye yabancı yatırımcıları davet etmek.

Bölgede toprak, hava, su, mera, orman ve enerji kaynaklarının korunmasına, geliştirilmesine destek sağlamak.

Amaçlara, vizyon ve misyona uygun toplantı, panel, açık oturumlar, anma toplantıları, eğitim çalışmaları, seminer, forum, konferans, kongre, çalıştay ile sosyal etkinlikler düzenlemek, düzenlenenlere de katılmak, katkı sağlamak.

Vizyon ve misyona, amaçlara uygun olarak üniversitelerden, meslek odalarından ve üyelerinden, nitelikli insan gücünden, sosyal ve ekonomik güçlerinden, bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak, ihtiyaç duyulan konularda çalışma grupları oluşturmak.

Amaçlara, vizyon ve misyona uygun olan her türlü bilgi, belge, doküman ve yayınları temin etmek, izlemek, kitap, broşür, makale yayınlamak, sosyal medya ve diğer medya kanalları üzerinden tanıtım ve duyurular yaparak ilgili kamuoyu ile iletişim kurmak. Yerel, ulusal ve uluslararası farkındalık yaratmak.

İmkanlar dahilinde, ihtiyaç sahibi KADOP üyelerinin ve diğer ihtiyaç sahiplerinin yiyecek, giyecek, geçici, kesin barınma, eğitim, sağlık, kamu hizmet binası dahil zaruri ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ayni ya da nakdi yardım kampanyaları yapmak, yapılanlara katılmak, katkı vermek.

Özet olarak; KADOP; Antakya-Hatay için var. Üyelerinin bilgi ve deneyimlerini, kişisel çevre ve ilişkilerini Antakya-Hatay’ımızın yeniden ayağa kaldırılması çalışmalarına yönlendirmelerine yardımcı olmak için var. Afet yönetimi, afet öncesi ve afet sonrasına ilişkin yoksulluğu ve adaletsizlikleri azalmaya yönelik faaliyetleri farkındalık yaratarak ulusal ve uluslararası alana taşımak ve mevcut sorunlara sürdürülebilir çözümler üretebilmek için var.

 

  1. Genel Olarak

Ülkemizde afete dönüşen her deprem felaketi sonrasında; hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, yaşanan felaketi unutmamak ve unutturmamak gerektiği, depremlere karşı hazırlıklı olmamız gerektiği konularının altı çizilir. Felaketin nedenleri yazılı ve görsel medyada enine boyuna tartışılır. Çözüm olarak; kent planlamasına ve kentsel tasarıma, imar planlarına, inşaatlarda kullanılan malzemelerin kalitesine, inşaat üretim ve denetim süreçlerine, inşaat eğitimine ve hukukuna, yapıların usulünce kullanımına özel önem verilmesi gerektiği söylenir. Yapı stoku-envanteri çıkarmaktan, afet riski olan yerleşim bölgelerini daha güvenli olan yerlere taşımaktan söz edilir. Binalarımızın depreme dayanıklı hale getirilmesini ihmal etmemiz gerektiği vurgulanır. Dere yataklarını, su havzalarını, dolgu alanlarını, ormanları, deniz kıyılarını, fay hatlarının yakınlarını imara açmamamız gerektiği söylenir. İmar planlarının rant elde etme aracı ve alanı dışına çıkarılmasından söz edilir.

ANCAK; yetkililer sanki bunlar hiç konuşulmamış gibi, felaketler hiç yaşanmamış gibi kilit önemdeki yapı denetim hizmetlerini ve kentsel dönüşüm uygulamalarını piyasanın, müteahhitlerin insafına terk ederek ticarileştirmeyi ve ‘oy maksimizasyonunu’ devam ederler. Çarpık kentleşmeyi ve kaçak yapılaşmayı ‘imar barışı’ adı altında meşrulaştırabilirler. Böylece can kaybına ve afetlere zemin hazırlayıp davetiye çıkarabilirler. Geçmiş uygulamalardan gerekli dersleri alıp, gerekli hazırlıkları yapmayı ihmal edebilirler. Göz boyamayı, ‘mış gibi yapmayı’ ve günü kurtarmayı tercih edebilirler. Bilimi de tedbir almayı da tevekkülü de ihmal edebilirler! Felaketleri önleyici hazırlıkların yapılması ve tedbirlerin alınması konusunda ne merkezi yönetimde ne de yerel yönetimlerde güçlü bir siyasi iradeye tanık olamadık. Aksine, bilimin, sanatın, mimarlığın ve mühendisliğin gereklerinin ihmal edildiğine ve yeni felaketlere davetiyeler çıkarıldığına tanık olduk.

6 Şubat Kahramanmaraş Depremi ve 20 Şubat Hatay Depremi hepimizi her zamankinden çok daha fazla yıkıcı biçimde sarstı. Ne var ki Depremin üzerinden 10 ay geçmesine rağmen, bölgede Anayasal hak niteliğinde olan geçici dahi olsa barınma, sağlık, sağlıklı çevre, eğitim, ulaşım, güvenlik, adalet gibi temel ihtiyaçlar ve talepler, gelir elde edememe sorunları devam ediyor, piyasalar işlemiyor. Hatay’da plansızlık ve belirsizlik hüküm sürüyor. Bu konularda ilgili kamu idarelerinin sürece daha acil biçimde müdahale etmeleri ve sorunlara anayasamıza, etik, ahlak, konsensusa dayalı çözümler sunmaları bekleniyor.

Her büyük depremde yaşam haklarımız elimizden alınmakta, milli servetimiz heba olmakta, ülke ekonomisi istikrarsızlaşmakta, anayasal haklarımız ve mülkiyet haklarımız kısıtlanmaktadır. Her depremde ölmek ve daha fazla acılar yaşamak istemiyoruz. Her zaman söylendiği üzere, merkezi yönetimden ve yerel yönetimlerden depreme ve diğer afetlere karşı bir an önce riski ve tehdidi ortadan kaldıracak önlem ve tedbirler almalarını bekliyoruz. Bunları sağlamak için uygulanması gereken ciddi bir ‘afet yönetim politikası’ maalesef yok. Yetkililer beklentileri karşılamaktan uzak!

6 Şubat 2023 ve 20 Şubat 2023 tarihlerinde gerçekleşen Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerde, Türkiye deprem ve benzeri afetlerin öncesinde, esnasında ve sonrasında yapılması gerekenlerin yetersiz ve eksik kaldığına, ‘rant’, ‘rüşvet’ ve özel çıkarlar gözetilerek bilimsel bilgiden uzak, yasalara aykırı inşa edilmiş ağır kusurlu yapıların, kaçak katların, planlanmamış tadilatların, can ve mal kaybına neden olduğuna bir kez daha tanık oldu. Anayasamızdaki güvenli konut ve yaşam hakkımızı, can ve mal güvenliğimizi, rant uğruna, elbirliğiyle ihlal edip, yok saydılar. Yeni felaketler yaşamamamız için hesap sormamız, yaşadıklarımızdan dersler çıkarmamız, yapılan hataları unutmamamız ve tekrar etmememiz şart.

Önemli olan ilkelerimiz ve değerlerimiz. Ancak, deprem bunları da sarsmış durumda! Depremde yıkıma ve ölüme sebep olan ihmalci ve istismarcı, rantçı sorumsuz zihniyet ve uygulamalar; yaşadığımız yıkıma ve acılara çözüm olamaz. İlham veren bir söz; ‘Aynı şeyi tekrar tekrar yaparak farklı sonuçlar beklemek çılgınlıktır’ der. Atasözümüz ise, ‘ayinesi iştir kişinin …’ der. Siyasi muhalefet etmek gibi bir derdimiz yok. Farklı etnik, dini, dilsel aidiyetlere sahip, bir arada sevgi, barış, hoşgörü, tolerans ve dostluk içinde yaşama kültürü geliştirmiş olan kadim şehrimiz büyük bir yıkıma uğradı. Bizler bu büyük yıkımı duyarak, hissederek, bilerek acı içinde yaşayanlarız, felaketin tanıklarıyız ve idrak edenleriyiz. Bu nedenle kendimize ve kentimize, kaybettiğimiz yakınlarımıza, gelecek nesillerimize olanı-biteni en doğru biçimde objektif olarak aktarmak gibi bir borcumuz var. Bu yıkımın sorumlusunun deprem olduğu doğru değil; sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal kökleri, nedenleri ve sonuçları var. Resmi propagandanın depremin olduğu andan itibaren devletin tüm kurumlarıyla, en yetkin ve hazırlıklı tam ve bütün olarak orada olduğu iddialarına karşılık, depremin gerçekleştiği andan temel ihtiyaçların bile giderilemediği bugünlerden ve görünen o ki yakın gelecekte de yaşanan gerçeklerin objektif olarak belgelenmesine ve geleceğe aktarılabilmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılayabilmek için, Antakya’mızda yaşanan gerçeklerin her daim canlı tutulması, gelecekte yeni yıkımlara meydan verilmemesi için hakikate dayalı hafıza alanları oluşturmayı amaçlıyoruz. Kendimize, kaybettiğimiz yakınlarımıza, kentimize, geçmişimize ve geleceğimize borcumuz olan sosyal gerçekliği ve hakikati unutmamanın sembolü olarak, kentimize bir veya daha fazla ‘idrak-hakikat-hafıza mekanı’ olarak deprem anıtı ve/veya deprem müzesi inşa etmek gerekir. Bunu önemsiyoruz ve yetkililerden talep ediyoruz.

ANTAKYAMIZIN TÜM İNSANLIĞA MAL OLMUŞ KADİM KÜLTÜRÜNÜN, TARİHİ VE DOĞAL VARLIKLARININ KORUNUP, İYİLEŞTİRİLMEYE, MODERN ŞEHİRCİLİK ALTYAPISINA SAHİP OLARAK VE ÇAĞDAŞ ŞEHİRCİLİK ANLAYIŞIYLA TÜM DÜNYAYA ÖRNEK OLACAK BİÇİMDE RESTORE EDİLMEYE VE DEPREMDEN ÖNCEKİ YERİNDE UYGUN BİÇİMDE YENİDEN YAPILAŞMAYA İHTİYACI VAR. BU İHTİYACI KARŞILAMAYAN BİR ANLAYIŞ VE YAKLAŞIM KADİM ANTAKYA DOSTLARININ ONARILMAZ YARALARINI SARAMAZ.

Nitekim, II. Dünya savaşında yıkılan Avrupa ülkeleri tüm şehirlerini aslına uygun olarak restore edip, iyileştirerek, dünyaya örnek olacak biçimde yeniden kurdular. Kaliforniya, Şili, Japonya’daki büyük depremlerin yıkımı sonrasında da kentler ‘akıl ve bilimin ışığında’ aslına uygun olarak modern bir şeklide yeniden kuruldu. 21. Yüzyılın gelişmiş teknolojik imkanları ve bilimsel bilgi birikimi işlerimizi kolaylaştırıyor. Umudun, azmin, kararlılığın ve sabrın gücüyle zoru başarırız, imkânsız zaman alır.

Antakya’mız hakkındaki görüş ve önerilerimizi derleyip, yapılması gerekenleri hükümet ve yetkililer de dahil, UNESCO, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, ICOMOS, BBC, NY Times, WSJ dahil, destek verebilecek muteber gerçek ve tüzel kişilere, ulusal ve uluslararası kuruluşlara, fonlara, üniversitelere, medya kuruluşlarına, sanayi ve ticaret odalarına ve buralardaki kişisel arkadaş ve dostlarımız ile kadim cemaatlere de göndererek, farkındalık yaratmaya, iş birliği yaparak arzu ettiğimiz Antakya’yı yaratmaya çalışıyoruz.

Gerçek ve samimi bir yeniden yapılandırma, ihya, restorasyon ve yararları sarma süreci; öncelikle yetkililerin kamuoyunu endişelerden uzaklaştıran bilgilendirmeleriyle başlar. Net ve doğru bilgilendirme belirsizlikleri giderir, güven duygusunu geliştirir. ‘Dikte etme’, ‘oldu-bitti’ şeklinde fiili durumlara neden olmaz. Bu süreç; siyasi kaygılardan uzak, ‘aşağıdan yukarıya doğru işleyen demokratik bir süreç olarak işletilir ve yaşanır.’ İnsanların kendi kentlerinin geleceği konusunda söz sahibi olmak istemeleri, kendilerine, kentlerine ve geleceklerine sahip çıkmaları çok doğal. Bunun için yerel halkın, üniversitelerin, STK’ların, sivil toplumun, odaların, baroların, uzmanların, meselenin tüm bileşenlerinin ve paydaşlarının yer seçimi, şehir tasarımı ve planlaması, kültürel değerlerin, mülkiyet haklarının korunması ve yaşatılması, inşaat teknikleri, halk sağlığı, çevre gibi bir dizi ‘hayati önemdeki’ konuda görüşlerini alır. Konunun gerçek uzmanlarını oluşturulacak komisyonlara, proje uygulama birimlerine ve çalışmalarına dahil ederek, çözüm süreci içinde aktif olarak yer verir. İmar-koruma planı rant ilişkisinin, kişisel çıkarların toplumsal çıkarların önüne geçmesine izin vermez. Yetkililerden (merkezi yönetimden ve yerel yönetimlerden) beklenilen budur, beklentileri karşılamalarıdır.

Dünya çapındaki uzmanlar uyarıyor. Antakya-Hatay ve çevresi bir müddet daha deprem riski altındadır. Bu nedenle bölgedeki yapılaşmada acele edilmemesi gerekir. İnşaat hukuku dahil, inşaat işlerinin her bir prosedürün ve aşamasının bir daha yıkıma yol açmayacak biçimde uygulanması, depreme dirençli yerleşim alanları oluşturmak için gerekli tüm tedbirlerin alınması şarttır. Ulaşım, yol, enerji, iletişim, su, adalet, sağlık vb altyapı, lojistik, yerel hizmetler, şehir ekonomisi, afet planlaması gibi her türden şehircilik gereksinimleri gibi konularda ‘sicili ve geçmişi düzgün’, gerçek uzmanlar ve gerçek uygulayıcılar istihdam edilmelidir. Liyakatsiz görevliler yarar değil, zarar veriyor. Gerektiğinde uluslararası üniversitelerden samimi uzman desteği alınarak tüm çalışmalar; halkın can ve mal güvenliğini garanti edecek ciddiyetle gerçekleştirilmelidir. Mezarlar inşa edilerek konut, iş yeri diye satılmasına bir daha tanık olmak istemiyoruz! Antakya’nın yeniden kuruluşuna kadar, geçecek sürede konteyner ve çelik konstrüksiyon ya da ahşap prefabrik geçici konutlar, temel ihtiyaçları karşılayan destek ve yardımlar ile günlük hayat akışı sağlanırken, inşaat işlerinin aceleye getirilmemesi gerekir. Bölgede çok acil nitelikte kesin yerleşim amaçlı inşaata ihtiyaç ve gerek yoktur. İmar planlarını eğip, büken, iskan özelliğinden ziyade meta özelliğini, rantı ve niceliği ön plana çıkan, aşırı yerleşim yoğunluklarına neden olan, sosyal altyapıyı ihmal eden, tek tip deprem evlerinden, özellikle de her depremde yıkılan, mimariden, estetikten ve ergonomiden yoksun TOKİ evlerinden oluşan, rantçı kasaba zihniyetinin ürettiği bir kent kimseyi mutlu etmez!

Bölgede mevcut olan yeni ve büyük deprem riskini de dikkate alarak orijinal demografik-kültürel-mimari yapıyı koruyan, orijinaline uygun-bütüncül-güvenilir projelerin tam ve eksiksiz olarak hazırlanması ve sonra da uygulanması şarttır. Şehrin iki bin yıllık tarihi yerlerine inşaat yapılmaması, beton dökülmemesi, uygun yerlerin (örneğin Küçükdalyan gibi) kısmen dahi olsa açık müze/arkeopark olarak restore edilmesi-düzenlenmesi gerekir.

 Seçim sandığına endeksli siyasi söylemler ile liyakatsiz ve vizyonsuz icraatlar deprem bölgesindeki yaraları onarmaz. Bölgede henüz enkazlar kaldırılmamış, geçici barınma, iklimlendirme, altyapı, enerji, hijyen, yemek, salgın hastalıklar, eğitim, enkaz, halk ve çevre sağlığı, aşı kampanyaları, temiz içme suyu, güvenlik vb kamu hizmetlerinin etkin sunumu gibi sorunlar çözülmemiş durumdadır. Yıkımın sorumlularının tespit edilmesine yönelik, delil toplama dahil, ciddi bir hizmet ve uygulama yoktur.

Bölgede en önemli yıkım sebepleri şunlardır: ‘zemin-yapı uyumsuzluğu’, ‘yüksek katlı yapılaşma’, ‘bitişik nizam yapılaşma’, ‘çekme mesafesine uyulmaması’, ‘uygun olmayan yapı malzemesi kullanılması’, ‘yapım tekniği hataları’, ‘kolon-kiriş hataları’, ‘yaşlı yapı stoku’, ‘sağlıksız plan-zemin-yapı sistemi’ vb. Hal böyle iken yıkımdan hemen sonra, kalıcı betonarme konut yapımı için inşaat firmalarının sahaya gönderilmesi ileride ciddi sorunların doğmasına yol açar. Meralar, ziraat ve orman alanlarının yapılaşmaya açılması ekosisteme ve besin tedarik zincirine zarar verir. Enkaz, moloz ve kimyasal-zehirli atıkların ‘taşıma maliyeti ‘ve ‘zaman azlığı’ gibi gerekçelerle vadilere, su havzalarına, kuş cennetine, yerleşim yerleri yakınına, zeytinliklere dökülmesi yeni felaketlere davetiye çıkarıyor, depremden sağ kurtulanların geleceğini karartıyor. Yerin üstündeki sorunları çözmeden, tarihi eserlerin korunmasına ve kaçakçılığın önlenmesine karşı kayda değer tedbirleri almadan yer altındaki tarihi eserleri, gömüleri ve defineleri çıkarmak için siyasi bir kişiyi atamak rasyonellikle bağdaşmıyor. Umut da vermiyor, çünkü samimi ve inandırıcı değil. Hükümet tepeden inmeci, iletişim ve koordinasyon zaafı taşıyan, şeffaf-profesyonel olmayan, kamu yararını gözetilmesi sonucunu doğurmayan sadece zamana ve seçim sandığına endeksli makro plan (kentsel tasarım), koruma planı, imar planı olmaksızın, değişen fay, zemin ve yeraltı sularını, mikro bölgeleme vs dikkate almadan inşaat politikası izlemeye çalışıyor, müteahhitlerin önünü açıyor. Çağdaş şehircilik inşaat yapmak değildir! Mevcut sorunları; inşaat yaparak çözmeye çalışmak yanılgıdır!

Deprem atıklarının çevresel etkileri ihmal ediliyor… Antakya’da usulüne ve mevzuata uygun olmayan biçimde yürütülen enkaz kaldırma ve yerinde ayrıştırma çalışmaları sırasında, molozlar, tıbbi ve kimyasal atıklar Narlıca mahallesi civarına, Güzelburç küçük sanayi sitesi girişine, AFAD yerleşim alanının karşısına, kuş cennetine, vadilere, su havzalarına, zeytinliklere, çadırkent-konteyner-kent ve okul yakınlarına dökülüyor… Yetkililer kent merkezindeki molozları kaldırmak için kent çevresini ve ekolojiyi molozlarla, zararlı atıklarla imha ediyor. Çevre mevzuatına uymayarak, yaparken yıkıyorlar.

Devasa boyutlara ulaşan moloz, çöp, tıbbi atıklar ile asbest, plastik (PCB), beyaz eşya gibi kimyasal atıkların, partiküllerin içinde hem insan sağlığına hem de hayvan sağlığına zarar veren, salgın hastalıklara ve eko-kırıma neden olacak çok çeşitli zararlılar-zehirler mevcut.

Bunların; yer altı ve yerüstü sularının çok olduğu bölgelerden, su havzalarından, tarıma elverişli sulak alanlardan, şebeke sularından, doğal ve yaban hayat alanlarından uzak alanlara dökülmesi gerekiyor. Vadi tabanlarına dökülmemesi gereken bu enkazların uygun biçimde, sızdırmaz zeminlerde bertaraf edilmesi, mümkünse geri dönüşüme tabi tutulması gerekir. Liyakatsiz ve vizyonsuz yetkililer deprem bölgesinde çevre mevzuatını uygulamamakta ısrarcı! Gösterdikleri gerekçe ise, ‘olağanüstü durum ve acil çözüm üretmek!’ Felaket gelmeden önce, zamanında, gerekli tedbirlerin alınmamış olması, uluslararası standartlarda iyi ve doğru afet yönetim politikası oluşturmamış olması, ihmaller zinciri içinde kaybedilen zaman insanın içini acıtıyor.

Mevzuatta yer alan basit tedbirler dahi ihmal edilerek, depremdeki can kaybından çok daha fazla canı kaybetme riski yaratılmaktadır -ki bu risk gerçekleşirse, yapılanın adı enkaz kaldırma değil, ‘cinayet’ olur. Çünkü; hava, toprak, yer altı ve yer üstü sulara karışan ve orada uzunca süre kalan bu zehirli maddeler besin zinciri, tarım ve hayvancılık yoluyla gıdalara dolayısıyla insanlara geçerek kanser vb hastalıklara neden olur. Ormanları, meraları ve kuş cennetlerini, ekosistemi ve insan yaşamını tehdit eder.

Enkazları bir an önce kaldırmak isteyen yetkililer ve taşıma maliyetini düşük tutmak isteyen firmalar enkazları en olmayacak yerlere döküyorlar: Narlıca mahallesi Antakya merkeze karayoluyla 8-10 km uzaklıktadır. Moloz, tıbbi ve kimyasal atıklar, çöpler, Narlıca mahallesinin 3 km uzağına Kuruyer tarafında yeşil vadi içine dökülmektedir. Döküm yeri Hatay Havalimanının bulunduğu Amik Ovasının hemen yanı başındadır. Hükümet tarafından yeni yerleşim yeri olarak belirlenen Kisecik, Gülderen, Karlısu gibi doğal alanlara da yakındır. Samandağ Mileyha Kuş Cenneti, Defne ilçesindeki su kaynaklarının beslenme ve koruma alanı, zeytinlikler Hatay’da enkaz dökülen bölgeler arasındadır. Ekte bir örneği sunulan ve Hatay barosu öncülüğünde açılan dava dilekçesinde enkazların döküm yerleri mahallinde tek tek tespit edilmiştir. Bu dava dilekçesi ve ekleri yetkililerin işlediği suçların somut delillerini sunmaktadır.

Hatay halkı depremin ve ihmaller birikiminin neden olduğu on binlerce can kayıpları, yıkım ve onarılmaz yararlara ilave olarak, hükümet eliyle yaratılan ölümcül sonuçlara gebe çevre, hava, toprak ve su kirliliği, mülkiyet haklarının kısıtlanması ve ellerinden alınması, kente geri dönüşleri sağlayacak yeterli icraat yapılmaması durumuyla karşı karşıya.

Üstelik anayasal hakları da kısıtlanmış durumda.

Yaratılan fiili durumlar karşısında; İLK VE EN ÖNELİ AMACIMIZ, TEK YÜREK OLARAK YEREL, ULUSAL VE/VEYA ULUSLARARASI TANINMIŞ KİŞİ VE KURULUŞLARI, ÜNİVERSİTELERİ, AKADEMİSYENLERİ, MEDYA MENSUPLARI VE TV KANALLARINI, BİLGİLENDİREREK KADİM ANTAKYA KÜLTÜRÜNÜ YAŞAMINI VE ‘RUHUNU’ KORUMAK, İYİLEŞTİREREK YAŞATMAK KONUSUNDA İLGİLERİNİ ÇEKMEK VE DESTEKLERİNİ TALEP ETMEKTİR. BU KONULARDA ULUSAL VE ULUSLARARASI MUTEBER DİĞER PLATFORMLARLA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIYLA İŞ BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA İÇİN İLETİŞİME GEÇMEKTİR.

Antakya’nın uluslararası dayanışmanın olanaklarından yararlanabilmesi amacıyla diğer dünya kentleriyle kardeş kent olarak ilan edilmesi için gerekli temasların yapılması, altyapının hazırlanması dahil, muhtelif çalışmalar içerisindeyiz.

Hatay’da Cumhuriyetimizin 100. Yıldönümünde çağdaş şehircilik anlayışına, bilim ve tekniğe, sanata, liyakate, bilgiye, kültüre, ortak akla ve uzmanlığa dayalı bütüncül projelere, söylem ve uygulamalara ihtiyacımız var.

Kadim Antakya Kültürünün korunması, Antakya’nın modern bir dünya kenti olarak yeniden kurulması süreci ve alt süreçlerin tamamı için tam bir saydamlık içinde, yabancılar da dahil, üniversiteleri seferber ederek, halka mal olmuş, bölgeyi bilen, uygulamacı bilim insanlarıyla bir ana çalışma-danışma kurulu oluşturulmalıdır. Ayrıca şehir planlama, kentsel tasarım ve park-peyzaj grubu, mimari tasarım grubu, akıllı şehir tasarım grubu, çevre yönetim grubu, inşaat, jeoloji, jeofizik ve afet yönetimi grubu, çevre ve halk sağlığı grubu, sosyoloji ve kentsel yönetim grubu gibi çalışma-danışma grupları kurulmalıdır. Çalışma-danışma gruplarının çalışmaları kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bu kurul ve grupların yapacakları işler bir ‘zaman-eylem planına’ bağlanmalıdır. Büyük felaket karşısında liyakatsizlik, vizyonsuzluk, iş bilmezlik ve koordinasyonsuzluk Antakya-Hatay’ımızın sağlıklı biçimde yeniden yapılaşmasının önündeki engellerden biridir. Öncelikle, sahada görevli ve yetkili kurumlar arasında görev ve sorumluluk ayrımları yapılarak iletişim ve koordinasyon sağlanmalıdır. Ardından saha ve zemin araştırmaları, her türlü planlama ve güncellemeler üzerinde titizlikle durulmalıdır.

Antakya’mızı en iyi biçimde yeniden tasarlamak için uluslararası proje yarışmaları açılmalı, uluslararası kredi ve hibelerden maksimum ölçekte yararlanılmalıdır. Yetkililer bunu yapmak yerine, re’sen görevlendirdikleri ticari nitelikli, kenti tanımayan yerli ve yabancı kişi ve kurumlar, holding temsilcileri üzerinden reklam yapmaya, kamuoyunu yönlendirmeye çalışmaktadır.

 

  1. Hatay ve Diğer Deprem Bölgelerinde Afet Yönetimi-Acil Eylem Planı Bakımından İlkeler ve Değerlendirmeler

Merkezi yönetimin ve yerel yönetimlerin bilimi ve üniversiteleri, meslek kuruluşlarını ve toplumsal katılımı dışlayan kentleşme politikaları ve buna bağlı olarak mevcut yapı üretimi ve yapı denetimi sistemi 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinde çöktü. Sağlıksız, kalitesiz ve güvenli olmayan kentler üreten bu sistemin çöküşü bizlere çok pahalıya mal oldu!

Birgün geleceği kesin olarak bilindiği halde, yetkililerin görevlerini ihmal etmesinin, uyarılara arkalarını dönmelerinin, depremlere yüzyıllar boyunca ve defalarca, umursamaz biçimde hazırlıksız yakalanmış olmamızın, deprem gibi aslında sıradan bir doğa olayının afetlere-felaketlere yol açmasının sebebi nedir? Hepimizin bunun üzerinde durup düşünmesi gerekir.

Felaketin nedenlerine birlikte ve hızlıca bakacak olursak:

Plan-zemin-yapı uyumsuzlukları.

Plansız, sağlıksız, kontrolsüz ve altyapısız gelişen şehirler.

Fay hatları üzerinde ve yakınında yapılaşmaya, şehirler kurmaya devam edilmesi.

Tarım alanlarının, dere, nehir yataklarının yapılaşmaya açılması.

İmar hukuksuzlukları ve imar afları.

Uygun olmayan yapı malzemeleri ve teknikleri kullanılması.

Müteahhitlerin yetersizlikleri.

Denetimsizlik.

Yapı çeşitliliğine önem vermemek aklımıza ilk gelen nedenler arasında.

Sanki depreme değil, imar rantlarına ve aflarına teslim olduk!

Depremler meydana geldikten sonra uygulanabilir, özgün ve yeterli bir afet-acil--eylem planımız ve afet yönetimi politikamız maalesef yok. Afet yönetimi; her türlü tehlikeye karşı her an hazırlıklı olmak, zararı-riski azaltmak, müdahale etmek ve iyileştirmek amacıyla mevcut kaynakların organize edilmesi, analiz edilmesi, planlanması, bunlar için gerekli kararlar alınması ve değerlendirilmesi ve uygulanması sürecidir. Depremin üzerinden on ay geçti, bu sürecin hangi aşamasındayız? Bilen var mı? Önceki deprem deneyimlerimizden gerekli dersleri çıkarmadık. Neden?

Aslında, afet yönetimi de dahil, çok şey mevzuatımızda yer alıyor, ama uygulayan yok! Ahlaki çöküntü-sistem çöküntüsü elele gidiyor! Bugün Hatay barınmadan sağlığa, sağlıktan eğitime, eğitimden adalete, alt yapıdan üst yapıya adeta bir ‘yok’lar, yetersizlikler şehri gibi. Temel hizmetleri sunacak olanların da birer afetzede olduğu ihmal ediliyor. Ne olacağını somut ve net biçimde anlatan, halkı samimi olarak bilgilendiren bir yetkili dahi yok! Bilgilendirme adı altında yapılan toplantılar ‘dikte etme’ toplantıları biçiminde yürütülüyor. Ulusal medyada ise, bol bol reklam var! Hatay’a destek olarak açıklanan, tahsis edilen bir bütçe, kamu harcaması yok! Peki kamu, kamusal alan var mı? Varsa, nerede? Enkaz kaldırma, moloz döküm faaliyetleri ve halk sağlığını tehdit eden uygulamalar var. Afetzedeler çadırlarda kalıyor ve kara kış geliyor! Kendini hiçbir yere ait hissetmemenin, göçebe gibi yaşamanın acısı Hatay’lı afetzedeleri kuşatmış durumda. Çaresizlik içinde geleceklerini kurtarmaya çalışmaktan geçmişe ve yaşadıklarına ağlayacak halde değiller.

Merkezi yönetimden, yerel yönetimlere, meslek odalarından üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarından kent halkına kadar tüm paydaşlar olarak; kolaycılık yapmadan, ortak akılla, politik bir dil kullanmadan tüm sorunları görüp, şeffaflık ve profesyonellik içinde, samimi biçimde masaya yatırabilmeliyiz.

Kendimizle yüzleşemezsek, yeni acılarla yüzleşmek zorunda kalırız!

Depreme dirençli kentleri afete karşı bilinçli ve dirençli bireyler kurabilir.

Merkezi ve yerel yönetim anlayışımız da dahil, top yekûn bir zihniyet anlayışı değişimine ihtiyacımız var.

Eğitimin, bilimin, sanatın, aklın ve hukukun gücüne dayalı olarak geçmişin hatalarından gerekli dersleri çıkararak, özveri ve dayanışma içinde kişisel çıkarlardan arınmış, insani değerlerle donatılmış ortak çaba içinde olmamız gerektiğini düşünüyoruz. Karşılaşılan zorlukları aşabilmek için ‘ortak bilinç ve dayanışma’ olmazsa olmaz önemdedir.

Şu gerçeği çok iyi öğrenmemiz gerekiyor: ‘deprem öldürmüyor. Bilimin gereklerine uyulmaması ve ihmal öldürüyor.’ Bu nedenle ‘bilimin ve sanatın konuşacağı’ etkinliklere önem veriyor, paneller düzenliyoruz.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı afetzedeler için ağır hasar gören yerleşimler ve yakın çevrelerinde afetzede yerleşim alanları seçimi, planlaması ve uygulaması yapmalıdır.

Yer seçiminde jeolojik bakımdan sağlam zeminler aranmalıdır. Bunun için gerekli jeolojik ve jeoteknik zemin etütleri yapılmış, deprem haritaları yenilenmiş olmalıdır. Jeolojik yapı ve depremsellik, topografik yapı, eğim, yükseklik, bitki örtüsünün korunması ve peyzaj değerleri, yaban hayatı, iklim ve mikroklima (rüzgâr, güneş, ısı kullanımı) özellikleri, manzara, mevcut arazi kullanımı, altyapı (modern yollar, yağmur suyu, içme suyu, pis su, elektrik ve telefon şebekeleri) ulaşım (yaya, araç, toplu taşıma), mevcut yerleşim yerleriyle ilişkiler, çevre kirliliği ve ekoloji gibi çok çeşitli etmenler araştırılıp, incelenip dikkate alınmış olmalıdır.

Yer seçiminde sosyoekonomik ve demografik etmenlere özel önem verilmelidir. Seçilecek yerin, bu yere yapılacak konutların ve buranın çevresinin depremden etkilenmeden ya da en az etkilenerek yaşanacak bir ortam olması gerekir.

Yer seçimi yapılan alanlar için 1/25.000, 1/5.000, 1/1000 ölçekli imar planları hızla hazırlanmalıdır. Proje uygulama alanı konut alanı, ulaşım sistemi ile açık ve yeşil alanlar olarak planlanmalıdır.

Hazırlanan planlar; olası tehlike düzeyini azaltmak, yapıların deprem sonrası yangın, su baskını, toprak kayması vb artçı olaylardan korunmasını sağlamalıdır. Acil yardım ve kurtarma işlemlerinin hızlı ve ekonomik olarak geliştirilmesini de sağlamalıdır.

Seçilen yerlerin özellikleri, konumları ve büyüklükleri dikkate alınarak, ihtiyaca ve uygunluk durumuna göre büyük konut geliştirme alanları, uydu kentler ya da yeni kentler, kentsel gelişme bölgeleri planlaması yapılmalıdır.

Çalışma bölgelerindeki belediyeler deprem sonrası yaptıkları planlama çalışmaları ile kentsel desantralizasyonu (yerinden yönetim ve yerel hizmetler sunma) gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Deprem sonrasında ilgili bakanlıklar da çalışmalara katılmalıdır.

Projenin uygulanacağı arazi için detaylı bir arazi bütçesi (kullanım türü, adet, büyüklük, kişi başına tüketim ve % oran) hazırlanmalıdır.

Yapı adaları tasarım ilkeleri gözetilmeli, mümkün olduğunca az katlı ve sosyoekonomik niteliklere uygun yapılar tasarlanıp inşa edilmelidir. Az katlı yapılaşmaya izin verilen bölgelerde TOKİ‘nin kendi imar planını yaparak, daha fazla sayıda katı olan binalar yapmasına izin verilmemelidir. Türkiye’de dikkat çeken sorunlu bir uygulama şudur: Depremden sonra kat sayıları düşürülmekte, ancak izleyen yıllar içinde yeniden deprem öncesi seviyesine çıkarılmaktadır. Keza şehir dışında belirlenen yeni yerleşim yerleri, zaman içinde, eski ve yıkılmış kent merkezi ile birleşmektedir. Böylesi günü kurtarmaya yönelik, göstermelik uygulamalarla yeni depremlerdeki yıkımlara, afetlere hazırlık yapılmakta ve davetiye çıkarılmaktadır.

Sulukule, Sur vb örneklerde olduğu gibi yapılan ve geri dönüşü olmayan hatalara Hatay’ımızda düşülmemelidir. Geçmişteki olumsuz uygulamalardan dersler çıkarılmalı, tekrarlarından kaçınılmalıdır.

 

  1. Jeoloji-Geofizik Mühendisliği Uygulamaları Bakımından İlkeler ve Değerlendirmeler

Antakya’da bizden binlerce yıl önce oluşan ve bugün bizimle yaşayan üç devasa jeolojik yapı var: Birincisi Asi nehri ve bu nehrin henüz taşlaşmamış (alüvyon) malzemesi. İkincisi Antakya fayı. Üçüncüsü ise, dağdan sellerle gelen malzemeler. Biz bu üç jeolojik yapının üzerinde yaşıyoruz. Bu yapıların deprem sırasındaki davranışlarını anlamadığımız ve ciddiye almadığımız için depremde binlerce can verdik. Bu üç yapıyı iyi tanımadan ve anlamadan üzerine kent kurarsak, gelecekte de can vermeyi garanti ederiz. İlginç olan şu ki; deprem sonrası için imar planı hazırlamamış olan hükümet depremden önceki imar planlarının uygulamada olduğunu duyurmuştur. Niçin? Nasıl? Yetkili merci kim sorularına yanıt vermeyi ise, ihmal etmiştir.

Deprem dehşet verecek kadar çok sayıda can ve mal kaybına sebep olup afete dönüşmüş olsa da bu yaşadığımız katlanması güç acıların gerçek nedeni deprem değil. Doğaya, bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen inatla çarpık yapılaşma için çalışmak, alınmayan önlemler, denetlenmeyen yapılar, dolayısıyla insanın ta kendisidir. Tarih boyunca defalarca yıkılıp tekrar inşa edildiği bilinen Antakya’nın ya da diğer bir şehrin tekrar yıkılacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. 1. Derece deprem bölgesi üzerinde bulunan Antakya’mızda yeniden ve yeni depremler olacak, depremlere dirençli uygun yapılaşma yapmaz isek, tekrar tekrar aynı sonuçlarla ‘telef’ olacağız. Yaşadığımız olaylar göstermiştir ki zemin yapısına uygun binalar yapılması en az binanın sağlam yapılması kadar önemlidir. Depreme dayanıklı ve kaliteli olsa da kötü zemin koşullarına uygun olmayan yapılar yıkılmaya açıktır. Nitekim, Hatay’da görülen yıkımların en önemli nedenlerinden biri de kötü zemin koşulları, yani sıkılaşmamış, suya doygun gevşek zeminden oluşan alüvyon ovası üzerine kurulmuş yerleşim alanlarıdır. Bu geniş alanlardaki deprem dalgalarının vurucu etkisine maruz kalan zeminler üzerindeki uygun olmayan ve dayanıksız yapılar çok fazla can ve mal kaybına neden oldu. İmar planları yapılırken buraların imara açılmaması beklenir. Zemin-yapı ilişkisi belirlenirken, yer bilimcilerin temel görevi ve sorumluluğu; zeminin yapısını ortaya koymak, zemine uygun yöntemler kullanarak zeminin dayanımını, taşıyabileceği yükü belirlemek, depreme benzer dalgalar üreterek zemin davranışını ortaya koymak ve böylece bina tasarımında kullanılacak verileri inşaat mühendislerine iletmektir. Bu çalışmalar yapılırken denetim mekanizmasının iyi çalışması ve işlerin ve denetimin mühendislikte en az 10 yıl deneyimli olan yetkin kişiler tarafından yapılması hayati önem taşımaktadır. Özellikle zemin etütlerinde mühendislerin çalışmalarının maddi boyutunun müteahhidin insaf, inisiyatif ve kontrolünden çıkarılması gerekmektedir. Bir başka önemli sorunumuz ise, ‘zemini kazdım baktım sıvılaşma yok diyecek kadar konudan uzak insanların müteahhitlik yapmasıdır’. Her zeminde bina yapılabilir ancak o zemin yapısına uygun iyileştirme çalışmaları yapmak gerekir ki bu geoteknik mühendislerinin nezaretinde yapılır. Yapılan çalışmaların doğru ve yeterli olup olmadığı, istenilen neticeyi verip veremeyeceği de konusunda uzaman kişiler tarafından kontrol edilmelidir. Aksi takdirde, İskenderun sahil kesiminde olduğu gibi zemininde iyileştirme yapılmış olan binaların dahi yıkıldığına tanık oluruz. Yapılaşmada dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir husus bölgenin coğrafi koşullarıdır. Acı şekilde tecrübe edildiği üzere, yaşadığımız deprem kadar sel felaketleriyle de karşı karşıya kalabileceğimiz göz önünde bulundurulmalı, dere yataklarından uzak durulmalıdır. Zeminin taşıyamayacağı çok katlı bitişik nizam uygulamalar bize aynı acıları yaşatmaya devam eder. Depremde görülen yıkımın önemli bir bölümü bitişik nizam ve kat uyumu gözetmeksizin inşa edilen yapılara aittir. Hatay’da bina envanteri sonuçlarına göre yapı stokunun çok kötü olduğu yıllar boyunca söylendi, lokal, ulusal ve uluslararası çalışmalara, makalelere, sunumlara konu oldu. Hem merkezi idaredeki hem de yerel idaredeki yetkililer bunu duymak ve görmek istemediler. Üstelik, zemini ve yapı kalitesini dikkate dahi almayan imar aflarıyla bugünlerde yaşadığımız felakete davetiye çıkardılar. Doğaya rağmen ve doğaya karşı değil, doğayla birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Aksi takdirde, aynı acıları yaşamaya devam edeceğiz.

Hükümetin yeni yerleşim yeri seçiminde tek parametre olarak ‘zamanı’ dikkate alması doğru değildir. Kötü zeminlere, hızlı ve sağlıksız binalar yapılması da yeni felaketlere davetiye çıkarır. Deprem sonrasında yapılacak zemin, fay etütlerine ve güncelleme çalışmaları sonuçlarına bağlı olarak zemin-yapı uyumu ve inşaat teknikleri, demografik özellikler, mülkiyet hakları gözetilerek Antakya eski yerine kurulabilir. Ancak, zaten kötü olan zeminin taşıyamayacağı çok katlı bitişik nizam uygulamalardan kaçınılmalıdır. Öncelikle bunun üzerinde durulmalıdır.

Deprem bölgelerinde yer seçiminden önce, geniş kapsamlı yeni zemin etütleri yapılmalı, var olan etütlerle birlikte değerlendirilmelidir. Zemin etütleri sonuçlarına uygun olarak alternatif yeni yerleşim alanları da belirlenmeli. Yer seçilirken her türlü ‘rant-menfaat’ ilişkisinden uzak durulmalıdır. Antakya’nın mevcut ve yıkılan, ayakta kalan yerleşim yerlerinin, şehrin yeniden kurulacağı yerlerin, fay hatları karşısındaki durumunun saydamlık ve profesyonellik içinde belirlenmesi şarttır. Örneğin Dikmece’de ‘çok farklı hesaplar’ yapılıyor. Bölgesel planlama yapılarak şehirlerin çevresinde jeolojik bakımdan sağlam zeminler bulunarak, ‘depremzedeler için yeni yerleşim alanları’ planlanmalıdır. Bu işler siyasileri ve bürokratları aşar, dolayısıyla örneğin Hatay’ın fay hatları, şehir planlaması, kültürel varlıklarının korunması vb üzerinde çalışmış üniversitelerimizin ve öğretim üyelerimizin, meslek odalarının da sürece aktif olarak dahil edilmesi şarttır.

 

  1. Bölge ve Şehir Planlamacılığı Bakımından İlkeler ve Değerlendirmeler

Şehirler de insanlar gibi sürekli olarak değişen, kendini yenileyen ve büyüyen son derece karmaşık yapıya sahip. Her şehrin kendine özgü bir kimliği ve karakteri var. Şehir planlanmasını popülist bir yaklaşımla masa başında kararlar alarak, bina dikilmesinden ibaret zannetmek, basite indirgemek, hatta ihmal ederek, doğrudan mimari safhaya geçmek ölümlere yol açan büyük bir yanılgı. Buna bir kez daha tanık olduk.

Plan yoksa şehir de yoktur. Hatay’da makro planlama, koruma planları, deprem sonrası imar planlaması dışlanmış gibidir. Ortada plan yok, ama orman alanları, tarım alanları, zeytinlikler, meralar, acele kamulaştırma kararları verilen özel araziler, rezerv yapı alanı ilan edilen özel mülkler, üzerlerindeki yapılar yıkılarak, TOKİ ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı aracılığıyla yapılaşmaya açılıyor. Her şey acil, ama planlar değil gibi bir uygulamaya tanık olduk.

Sorunlar yeni sorunlara yol açılarak çözülmez, sadece şekil ve nitelik değiştirir

Şehir planlamasında ve yıkılan şehrin ayağa kaldırılmasında sivil toplum kuruluşları, sosyal ve sivil platformlar, üniversite bileşenleri, devlet bileşenleri, yerel yönetimler, kent konseyleri, meslek odaları ile özel sektörün dayanışma içinde olması ve birlikte samimi olarak çalışması bize göre şart!

Mekânsal, sosyal ve kültürel yıkıma uğrayan Hatay’ımızın yeniden inşasına yönelik çalışmaların; ilgili tüm kurumları ve uzmanları bir araya getirmesi, katılımcı ve disiplinler arası bir yaklaşımla ve bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilip tartışılması, dolayısıyla da konsensusa dayalı-demokratik bir yol haritası oluşturulması çok değerli. Düzenlediğimiz etkinlikler, paneller bu amaca da hizmet ediyor.

Tarih boyunca Hatay’da ne var olmuşsa, hepsi Hataylılar tarafından üretilmiştir. Hepimiz biliyoruz ki; insanlar ölür, ama toplumlar yaşar. Toplum yaşamında siyasiler ve bürokratlar gelir geçer.  Kalıcı ve sürekliliği olan halktır, toplumun kendisidir. Dolayısıyla, Hatay’ımızın kaderini ve geleceğini, kendi kaderleriyle ve gelecekleriyle birleştirmiş olanlar belirlemelidir, yani Hatay halkı belirlemelidir.

Hatay’ımızı belirsizliklere teslim etmeyeceğiz! Pansuman istemiyoruz! Samimi çözüm istiyoruz! Çözümün bir parçası olmak istiyoruz! Hatay hizmet bekliyor!

Türkiye bir deprem bölgesi ve bugün Hatay’da yaşananlar yarın Türkiye’nin bir başka bölgesinde yaşanabilir. İstanbul ve İstanbul'daki binalar depreme ne kadar hazır? Bunları da konuşmamız lazım. Bu nedenle Hatay’da yaşananları unutmamak, unutturmamak ve yaşananlara dikkat çekerek, arşivlemek de önemli. KADOP, seyirci kalmak yerine, bu konuda da üzerine düşeni yapıyor.

GAP Bölge Master Planı güncellenerek deprem bölgesini de kapsayacak bir Güney Doğu Anadolu Bölgesi Kalkınma Planı hazırlanmalıdır. Deprem bölgesi kalkınmada öncelikli yerler olarak belirlenmeli ve bölge en üst seviyeden teşvik edilerek, kalkındırılmalıdır. Bu son derece önemli ihtiyaca çalışmamızın izleyen bölümlerde detaylı olarak yer verilecektir.

Deprem bölgesinde, örneğin Antakya kenti için bölgesel ölçekte ‘Stratejik Yapısal Plan’ (1/250 000 ve 1/100 000) yapılması ve var olanların da yeni deprem haritalarına göre revize edilmesi gerekir. Stratejik Yapısal Plan; yeni konut alanları nerede olacak? Sanayiler nerede kurulacak? Bunların ihtiyaç duyacağı teknik altyapı, yol, demiryolu, havalimanı nerede olacak? Çevre ve atık planlaması, demografik planlama, tarihi, doğal ve kültürel varlıklar, ekosistem ve bunların korunması ile ilgili kritik önemdeki sorulara yanıt verir.

Yapılacak bölgesel planda jeolojik etütlere uygun olarak seçilen sağlam zeminlerde Afetzede Yerleşim Alanları yer almalıdır. Yeni konut alanları planlanırken, buraların yol, yeşil alan, eğitim, sağlık, kamu binaları, dini tesisler vb donatı alanları da planlanmalıdır.

Afete dirençli yerleşim planlamasında zemin jeolojisi, toprak değerleri, iklim, rüzgâr, güneş, su kaynakları, yöresel malzeme, yöre mimarisi ve kent dokusu, ulaşım, yaya aksları ve bölgeleri, sokakları, kent planlaması ve kentsel korumayı kapsayan tasarım yapılırken imar planları ve uygulamasına öncelik verilmemeli, ‘Koruma Amaçlı Planlar’ öncelikli olmalıdır.

Depremden sonraki ilk günlerden beri ifade ettiğimiz üzere, kültürel varlıkların restorasyon ve güçlendirme çalışmaları sırasında Antakya’nın yürürlükteki Koruma Amaçlı İmar Planı gerektiğinde yenilenerek göz önünde bulundurulmalıdır. Koruma Planı 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu doğrultusunda uygulanmalıdır. Bu çerçevede envanter çalışmaları acilen yapılmalı yıkılmış, hasar görmüş cami, han, çarşı, hamam, kilise, havra, sinagog, eski ev ve mahalleler vb tarihi ve anıtsal eserler gibi tescilli veya tescilsiz kültürel varlıkların korunması için restorasyon ve güçlendirme çalışmaları acilen başlatılmalıdır.

Her daim ifade ettiğimiz üzere, planlamanın her aşamasında Antakya’ya tarihsel ve kültürel özgünlüğünü-kimliğini veren mekanların, varlıkların, değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini sağlayan politikalar oluşturulup uygulanmalı ve bunların uygulamasının olumlu sonuçları ilgili mekanlarda gözlemlenebilmelidir. Bu konuda Antakya’da çalışmalar yapmış profesyonel ekiplerin, üniversitelerin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile iş birliği içinde çalışma yapması elzemdir. Bakanlık bunu yapmaktan ziyade, ‘yabancı ticari uzman’ istihdam edilmesini desteklemektedir.

Antakya’nın yeniden planlanmasında ‘kentsel tasarım’ kent planlaması ve kentsel korumanın hedeflerine ulaşması için bir araçtır. Antakya’da özel proje alanları (kentsel tasarım alanları) saptanmalı, koruma ve yenileme amaçlı tasarımlar yapılmalı ve uygulanmalıdır. Var olan planlar koruma ilkeleri doğrultusunda gözden geçirilmelidir.

Bakanlıklar, belediye ve il özel idaresi Antakya’da koruma amaçlı plan ve projeler için iş birliği içinde her türlü kaygıdan uzak bir ‘eylem planı’ hazırlamalıdır.

Kentsel sit alanları için Koruma Amaçlı Çerçeve Planı (1/5000 ve 1/1000 ölçekli) ile Kentsel Tasarım Projeleri (1/500-1/200 ölçekli) hazırlanmalıdır.

Antakya Kenti ‘Arkeolojik Ana Planı’ hazırlanarak, önemli arkeolojik veriler belirlenmeli ve koruma altına alınmalıdır. Arkeolojik Ana Plan kentin makro planı ile uygun biçimde sentezlenmelidir.

Hatay Büyük Şehir Belediyesi ve Antakya Belediyesinin katılımıyla, ilgili Bakanlıkların desteği sağlanarak planlama ve uygulama yapabilecek etkin ve sürekli bir birim oluşturulmalıdır. Bu birim gerekli destekleri alarak kent bütününe ve koruma alanlarına yönelik planlama, projelendirme ve uygulama organizasyon çalışmaları yapmalıdır. Bu çerçevede tüm kamu kurum ve kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları hep birlikte “örnek” bir şehir yaratılması için özendirilmelidir.

Hatay’da Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) yeniden oluşturulmalıdır. KUDEB ilgili yönetmelik kapsamında; kültür ve tabiat varlıklarının, koruma ve sit alanlarındaki  onarım, tadilat işlerinin, bunları yapacakların, uygun ve özgün malzeme kullanımının denetlenmesi, kontrol edilerek onaylanması, koruma amaçlı imar planlarının plan hükümleri çerçevesinde uygulanmasını denetlemek, usulünce ve projesine uygun tamamlanan işler için kullanma izin belgesi düzenlemek, koruma ve sit alanlarda aykırı ve ruhsatsız yapılaşmalar için imar mevzuatına göre işlem yapılmak üzere ilgili idareye ve Cumhuriyet Başsavcılığına bildirimde bulunmak, maliki olduğu kültür varlığının onarımını gerçekleştiremeyecek olanlara mali destek sağlamak gibi kritik görev ve sorumluluklara yerel yönetimlerle birlikte sahip olmalıdır.

Nasıl bir Antakya tasarımı istiyor ve bekliyoruz? Antakya’yı tarihi, özgün ve geleneksel dokusundan koparılmadan, çevreye duyarlı, güvenli, insan odaklı, kimlikli ve akıllı, kabul edilebilir yeni bir vizyona sahip, afetlere dirençli, Antakyalıların yaşam kalitesini arttıran çağdaş bir şehir olarak bilim ve sanatın ışığında yeniden yapılaştırmak gerekir-ki biz buna kısaca “TARİHİ, KİMLİKLİ, EKOLOJİK, TEKNOLOJİK, AKILLI, GÜVENLİ, TURİSTİK, İNSAN ODAKLI, AFETE DİRENÇLİ ANTAKYA” diyoruz. Bunu gerçekleştirebilmek için, gerçekleştirilenin de sürdürülebilir olabilmesi için; inşaatlara başlamadan önce, zemin, saha, kent planlama çalışmalarını bitirdikten sonra ÖNCELİKLE YENİ ANTAKYA’mızın 3D (Üç Boyutlu) modellemesinin yapılması, paylaşılması ve tanıtılması şarttır. Bunların ‘göz boyamak’ için yapılmaması gerekir.

Sürdürülebilir ekolojik ve teknolojik kente örnek olarak; Finlandiya’dan Helsinki (Eco-Viikki) gösterilebilir: Küresel ısınma vb sorunlara çözüm üretmek amacıyla uygulanan proje Helsinki Belediyesinin koordinatörlüğünde, Çevre Bakanlığı’nın, Mimarlar Odası’nın ve Ulusal Teknoloji Ajansının katılımıyla yürütülmüştür. Amaç, yerleşim alanında enerji ve içme suyu tasarrufunun sağlanması, atık su kullanımının ve çöpün azaltılması, zehirli olmayan çevre dostu ve dayanıklı yapı malzemelerinin kullanılması, modern telekomünikasyon ve bilgisayar ağının yaygın kullanılması, hava, su, toprak kalitesinin, biyoçeşitliliğin ve organik yaşamın korunup, desteklenmesidir. Projede konut, çalışma, hizmet ve rekreasyon alanları birbirine yürüme mesafesinde olmak üzere bütünleşik tasarıma konu edilmiştir. Konut bölgesinin yanında ekolojik park mevcuttur. Güneşten elektrik üreten alanlar, güneş enerjisiyle ısıtma sistemleri, doğal havalandırma bacaları, rüzgâr önleyici ağaçlandırma alanları tasarlanmıştır.

Türkiye’nin deprem bölgesi olduğu gerçeğini hiç unutmayalım. Bilimin ve sanatın ışığında afete dirençli yapılar ve kentler kurulmazsa can ve mal güvenliğimizi kaybetmeye mahkûm ediliriz.

Hükümetin yeni yerleşim yeri seçiminde tek parametre olarak ‘zamanı’ dikkate alması kötü zeminlere, hızlı ve sağlıksız binalar yapılması yeni felaketlere davetiye çıkarır, kadim kültürü yok eder.

Antakya için çok bileşenli ve çok katmanlı bilimsel planlama ilkelerini bütüncül olarak uygulayan yerel halkı da sürece dahil eden, göstermelik olmaktan uzak, şeffaf ve samimi bir yeniden yapılaşma süreci talep ediyoruz. Bu henüz sağlanabilmiş değil. Bunu sağlayacak uygulamalar mevcut değil.

Depremzedeler için dayanıklı, sağlıklı ve temel ihtiyaçları karşılayabilen geçici barınma alanları ile iş yerleri ivedilikle oluşturulmalıdır. Kenti terk etmemiş olan insanlara başlarını sokabilecekleri çadırlar, konteynerler verilmekte ancak bunlar sert iklimsel değişimlere ve doğal felaketlere dayanıklı değildir.

Deprem haritaları ve yer bilimsel etütler güncellenerek depreme dayanıklı ve yaşanabilir bir kent tüm katmanlarıyla inşa edilmelidir.

İnsan-doğa ilişkisinin dengesini gözeten doğa temelli yaklaşımlar ışığında "afetlere dayanıklı ve uyum sağlayabilen" bir Antakya hedefimiz olmalıdır.

Antakya, kendine özgü sosyal-kültürel yapısı, alışkanlıkları üretim ve ticaret geleneği ile çok kültürlü yapısı gözetilerek restore edilmeli ve yeniden ayağa kaldırılmalıdır.

 

  1. Kültürel Varlıkların Korunması Bakımından İlkeler ve Değerlendirmeler

Atatürk; ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’ diyor.

Kültür dediğimiz bilim, sanat, felsefe, ekonomi, din, matematik gibi insan tarafından üretilmiş sosyal yaşama ve sosyal ilişkilere konu olan her şey.

2863 Sayılı KVKK’na göre kültür varlıkları; tarih öncesi ve tarihi dönemlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili olan ve sosyal yaşama konu olmuş özgün değer taşıyan yer üstündeki, yer altındaki ve su altındaki taşınır ve taşınmaz varlıklardır.

Geçmişten bugüne Hatay’ımızda ne varsa, hepsinin Hatay’da yaşayanlar tarafından üretildiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Bağımsız bir devlet iken, ana vatanımızın eşsiz bir parçası-vilayeti olmayı kabul eden Hatay’a sahip çıkmak istiyorsak, öncelikle bu topraklarda yaşamış uygarlıkları ve tarihi iyi bilmemiz gerekir. Toprağın üstündekilere ne kadar sahip çıkıyorsak, toprağın altındakilere de o kadar sahip çıkmalıyız. Vatansever olmak ile kültürel mirasa sahip çıkma bilinci arasında önemli bir bağ var. Ucuz milliyetçi hamaset ve sloganlar bu bağı temsil etmez.

Tarihi yapıların yüzyıllar boyunca onarım görmüş olmalarının nedeni sahip çıkma, koruma ve gelecek nesillere aktarma bilincidir. KADOP günümüzde bu bilinci temsil eder.

Tarihsel geçmişi ve sahip olduğu çok katmanlı kent dokusu ile soyut ve somut kültürel varlıklar Antakya’nın kent kimliğini oluşturuyor ve biz bu nedenle kadim kent Antakya diyoruz. Bu nedenle tarihi kent dokusunun bozulmaması, kültürel varlıkların özenle korunarak geleceğe taşınması; Antakya ve Antakyalılar için olmazsa olmaz önemde. Antakya’daki tüm insanlığa ait ortak kültürel mirasının korunması gereken evrensel bir değeri var. Bu mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılması Türkiye Cumhuriyeti’nin hem ulusal hem de uluslararası taahhüdü ve sorumluluğu altındadır.

Nitekim; Anayasamızın 63’üncü maddesi, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve uluslararası sözleşmeler uyarınca devlet tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar. Bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. Antakya sit alanda yetkililer adına yıkım yapan dozerlerin anayasaya, yasalara ve uluslararası sözleşmelere uygun bir izahı olmalı.

6 Şubat ve 20 Şubat 2023 depremlerinde mekan yıkıldı. Ölümler ve göç dalgası nedeniyle demografik yapı yıkıldı. Ekonomi yıkıldı. Soyut kültürel değerler kaybolma tehdidi altında. Hayatta kalanların çoğu yıkım, barınma, iş yeri, eğitim, sağlık, enerji, altyapı, iş, güvenlik, çevre gibi sorunlar nedeniyle yaşam standartları ve yaşam kaliteleri düştüğü için Hatay’dan ayrılmak zorunda kaldı.  Depremin üzerinden on ay geçti. Hatay’a geri dönüşlerin gecikmesi; hükümetin ve afet yönetiminin başarısızlığının somut göstergesidir.

Bu konuda son sözü kısaca ifade etmek gerekirse, Antakya’mızın bilimin ve sanatın ışığında planlı biçimde korumaya ve planlı biçimde yeniden inşa edilmeye ihtiyacı var. Depremden sonraki ilk günlerden beri talep ediyoruz! Halen dahi bekliyoruz!

 Hal böyle iken, deprem sonrası için henüz yeni bir koruma planı hazırlanmamış olduğu halde, sit alanı olan ve bir çivi dahi çakılması izne tabi olan Antakya kent merkezinde devlet eliyle yürütülen yıkımlara tanık olduk.

Hatay’da yüzyılın afetine karşı çözüm ve başarı için yerel halkın, kamu yönetiminin, merkezi idarenin, yerel idarelerin, sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının merkezi yönetimin koordinasyonunda hep birlikte, samimiyet ve dayanışma içinde çaba göstermesi-çalışması gerekir. Hatay için çalışan STK olarak biz buna hazırız, bu hususu defalarca ifade ettik!

Kentsel sit alan olan Antakya kent merkezinde ev ve işyerleri olan ailelerin görüşü alınmadan yıkım ve plan çalışmaları yapılmakta, mülkiyet hakları kısıtlanmakta, izlenen hatalı politikalarla devlet ile vatandaşlar arasında belirsizlik ve güvensizlik ortamı yaratılmaktadır. Bu ortamı tırmandıracak söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır.

Antakya-Hatay çağdaş şehircilik anlayışıyla, bilim ve tekniğe, sanata, bilgi ve tecrübeye, liyakate, ortak akla ve uzmanlığa dayalı koordinasyon içinde bütüncül projeler ve planlar uygulayarak sivil toplumla birlikte ve arzu edilen biçimde yaşatılabilir, korunabilir ve yeniden inşa edilebilir.

Bu sürecin; sivil ve sosyal toplumun iradesini ve yetkin meslek mensupları ile yetkin üniversitelerin uzman görüşlerini dikkate alarak tabandan yukarı doğru uyum içinde ve demokratik bir süreç olarak işletilmesi gerekir.

Antakya’mızın daha fazla zaman ve kültürel yapı kaybetmeye tahammülü yok. Depremin üzerinden on ay geçmiş olmasına rağmen planlamaya ve acil afet eylem planı uygulanmasına ihtiyacı var.

Yüzyılların bizlere mirası olan ve tüm insanlığa mal olmuş kadim kent Antakya’nın ayakta kalan fiziki mekanlarının, tarihi, kültürel ve doğal varlıklarının korunmaya, restore edilerek iyileştirilmeye, güçlendirilmeye ihtiyacı var. Bu bakımdan etaplama, altyapı, köklü onarım, yeniden yapım, basit tamirat, kentsel tasarım, peyzaj vb faaliyetleri kapsayan ‘bir Stratejik Koruma Planı’ hazırlanması gerekir.

Antakya tarihi kent merkezinin riskli alan-kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesinden doğan belirsizliklerin ve yeni kent merkezinin rezerv yapı alanı ilan edilmesinden doğan belirsizliklerin mülk sahipleri lehine ve demografik yapının korunması gözetilerek giderilmesine ihtiyaç var. Mülkiyet haklarının ihlal edildiğine tanık oluyoruz.

Tarihi ve kültürel varlıkların yıkıntıları mümkün olduğunca yerinde bulundurulmalı ve yıkılan yapılar bir an önce restore edilmeli, güçlendirilip, iyileştirilmeli. Son tercih olarak, dozerlerle damperli kamyonlara yüklenerek başka yerlere taşınan yıkıntılar usulüne ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak birbirine karıştırılmadan korunmalıdır.

Hatay’da mevcut anıtsal yapılar ve simgesel yapılar ile tarihsel birikimi yansıtan fiziksel yapılar; kent belleğimizi oluşturuyor. Bunların hepsi kadim Antakya-Hatay kültürünün içinde yaşıyor. Hataylılar bu kadim kültürden besleniyor. Bu nedenle, Antakya kendi yerinde var olmalı ve gerçek mekânından koparılmamalıdır. Yerinde dönüşüm projesi bu amaç gözetilerek ve en üst seviyede teşvik edilerek, Anayasamızda koruma altında olan mülkiyet hakları korunarak iyileştirilip uygulanmalıdır. Sadece TOKİ’nin projelerine hibe ve kredi vermek anayasal eşitlik ilkesine aykırı olup, inşaat müteahhitleri ve rantçılar lehine sonuçlar doğurur.

Kültürel varlıkların tarihsel, estetik, izlenim, eskimişlik ve kullanım değerlerine özen gösterilerek, kültür varlıklarıyla ilgili envanter çalışmaları acilen tamamlanmalı, yıkılmış, hasar görmüş cami, han, çarşı, hamam, kilise, havra, sinagog, eski ev ve mahalleler vb tarihi ve anıtsal eserlerin korunması için restorasyon ve güçlendirme çalışmaları daha fazla geciktirilmemeli acilen başlatılmalıdır.

Kentin tarihi yerlerine inşaat yapılmaması ve beton dökülmemesi, tarihi dokunun ‘cam yapıları korur gibi’ korunması gerekir.

Hatay Valiliği şu gün şurada yıkım yapılacaktır şeklinde sosyal medya üzerinden bir duyuru yapıyor ve kentsel sit alanda yasal yapıların yıkımları sürüyor. Niçin yıkım yapıldığını dahi bilmiyoruz. Mülkiyet hakları ihlal ediliyor. Vatandaşın basit bir dilekçe vermek için kapı-kapı dolaştığı yerde, devletin tebligat yapmaması, icraatının önceden bilinir ve görünür olmaması yadırganıyor.

Yaşanan afetin unutulmaması, gelecek nesiller tarafından da doğru idrak edilmesi ve bireysel hafızanın toplumsal hafızaya dönüşmesi için bir ‘idrak’, ‘yaşanmış gerçekler’ ve ‘hafıza mekanı’ olarak şehrimizin bir deprem müzesine ve kültür merkezine ihtiyacı var. Kadim kültürü temsil eden kentimizde bir kültür merkezi olmaması önemli eksikliktir. Böyle bir projeyi maddi olarak da destekleyeceğini bildiren dostlarımızla, özel kişi ve kurumlarla birlikte bu projeyi Kültür ve Turizm Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yer tahsis edilmesi halinde, KADOP olarak gerçekleştirmeye talibiz.

Antakya’nın yer altında kalan kültürel varlıkları, bölgeyi hazine avcıları ve tarihi eser kaçakçıları için cazibe merkezi haline getiriyor. Tarihi eser kaçakçılığının ciddi biçimde caydırılması ve önlenmesi gerekir.

Antakya’da hayatta kalan küçük zanaat sahiplerinin korunması, desteklenmesi ve teşvik edilmesi, bir an önce iş yerlerine kavuşmaları gerekir.

Gözümüzle görüp tanık olduğumuz Antakya’nın gerisinde ne var?

Mekân ve kültürel birikim var. Depremde mekân yerle bir oldu. Anılar ve kültürel birikimin unsurlarının ve taşıyıcılarının bir kısmını kaybettik. Bir kısmı hayattan bir kısmı şehirden göçtü. Kent yaşamına ait kültür mirası ve ortak mülkiyet hakları sarsıldı, çok sayıda sahiplerini kaybetti. Antakya özünü, ruhunu yani kültürünü kaybetmek üzere. Kültürel varlıklara ait yıkıntıların moloz muamelesi görmesi Antakyalıların içini acıtıyor.

Neyi, niçin, nasıl korumalıyız? Bu konularda uluslararası alanda yapılmamış çalışma ve söylenmemiş söz yok gibidir. Dolayısıyla, zaman kaybetmemek bakımından bunların bugün şahit olduğumuz yıkıma nasıl uyarlayacağımıza odaklanmamız gerekir. Koruma; kısaca ‘yok etmeden aktarma süreci’ olarak tanımlanabilir. Koruyan insan koruduğunu etkilerken, koruduğu varlıklar da onu etkileyip, şekillendirir. Koruma sürecinde hem geleneksellik hem de çağdaşlık birlikte vardır. Önemli olan insanın koruma sürecinin neresinde durduğudur. Koruma; tarihsel çevre bilincinin oluşturulması, kültürel mirasa sahip çıkılması ve bunun kaygısının taşınmasıdır. Zira, kültürel varlıkların tarihsel değeri, estetik değeri, izlenim ve pitoresk değeri, eskimişlik değeri ve kullanım değeri vardır. Anıtsal yapılar; dini, askeri, sivil, folklorik, yazılı, endüstriyel anıtlar olabileceği gibi, bayındırlık anıtları ve doğal sit alanları şeklinde de ortaya çıkabilir. Antakya’da hem anıtsal yapılar hem de simgesel yapılar var. Bunların oluşturduğu kent belleği var. Tarihsel birikim ve bu birikime karşılık gelen fiziksel yapılar var. Hepsi Antakya’nın kadim kültürünün içinde yer alıyor ve yaşıyor. Antakya’nın kadim kültürü günlük yaşamın içinde, günlük yaşam da kadim Antakya kültürünün içinde. Antakyalılar kadim Antakya kültüründen besleniyor. Bu nedenle Antakya Antakya’da yerinde var olmalı. Gerçek mekânından koparılmamalı. Örneğin; uzun çarşı sadece basit bir çarşı değil. Yapıldığından beri orada Antakya kültürü yaşar. Ahilik kültürü gibi çok çeşitli kültürler orada sentezlenerek yaşanır.

Koruma sürecinin en önemli kısımlarından biri envanter çalışmalarıdır. Bu çalışmalar kültürel varlıkların tespitini, tescilini, saptanmasını ve belgelenmesini kapsar. Bu çalışmalar sayesinde her bir yapı için bir sicil dosyası oluşturulur. Ülkemizde kültür varlıklarının ulusal envanteri yapılmadığı için bunların çoğunun Koruma Kurullarında tescil fişi dahi yok, yani kayıtsızlar. Depremde çok ciddi hasar aldılar. Bu durumda korunduklarını iddia etmek zor. İlk iş envanter çalışmalarının ve hasar tespitlerinin yapılmasıdır. Tescilli yapı esaslı koruma yeterli değildir. Doku ile uyumlu tescilsiz yapıların ve kalıntılarının da koruma altına alınması gerekir. Sit alanda çalışan dozerlere tanık olduk ve tepkiler gösterdik.

Anayasamızın 63’üncü maddesine göre; devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. 2863 Sayılı yasa bu görevi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na (Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne) ve ilgisine göre Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne vermiştir.

Antakya’da yer altındaki kültür varlıkları, tarihi eserler, gömü ve defineler birilerinin gözünü kamaştırıyor. Kültür varlıklarına sonradan ilave edilen inşaat kısımları ile restorasyon görmüş kısımlarda deprem nedeniyle ayrışma ve ciddi tahribat görülüyor. Yüzlerce kültürel varlık ciddi restorasyon ve güçlendirme ihtiyacı içinde. Bu işin üniversitelere, mimarlar odasına ve işin uzmanlarına teslim edilmesi şart.

KADOP üyesi de olan birçok akademisyen, TAÇDAM (https://tacdam.metu.edu.tr/) ve ODTÜ Kültürel Miras Koruma Programının paydaşı olarak ortak çalışma programına katılmış, CBS veri tabanına çeşitli veriler işlenmiş, Antakya’nın çok katmanlı kültürel mirasının deprem sonrası belgelenmesine, yıkımın nedenleri ve boyutunun belirlenmesine katkı sunmuşlardır. Bazıları fay hatlarını ve değişmeleri araştırmaktadır. Yapılan çalışmalarda jeolojik etütlerin, sosyolojik, etnografik incelemelerin önemine, heyelan riskine, güncel verilere ve haritalara, kentin tamamı için genelleyici kararlar alınmamasına, mülkiyet haklarının ve çok kültürlülüğün korunmasına, ifraz-tevhit gibi müdahaleler ve kamulaştırmalar yapılmaması gerektiğine özellikle vurgu yapılmaktadır. Uygulamada deneyimli öğretim üyelerimizden çok daha fazla yararlanılması gerekir.

Depremde yıkıma uğrayan Hatay Eski Meclis Binası, Habib-i Neccar Camii, Ulu Cami, Aziz Petrus ve Pavlus Doğu Ortodoks Kilisesi, Hükümet Konağı Çevresi, Protestan Kilisesi, Saray Caddesi, Hürriyet Caddesi, Hükümet Caddesi, Çakmak Caddesi, Kantara Camii, Yeni Camii, Nakip Camii, Civelek Camii, Şeyh Ali Camii, Mahremiye Camii, Sermaye Camii, Meydan Camii, Kurşunlu Han, Sidikli Han, Sokullu Hanı, Sokullu Bedesteni, Cindi Hamamı, Saka Hamamı, Meydan Hamamı, Yeni Hamam, Uzun Çarşı, Meydan Çarşısı, Kurtuluş Caddesi, yine Antakya’nın tarihi kent dokusu içinde yer alan tarihi ve geleneksel evler, Zenginler Mahallesi, Kantara, Gazipaşa Mahallesi özel ilgiyle plan proje dahilinde aslına uygun olarak korunup iyileştirilmek üzere restore edilmesi gerekli yerler arasındadır. Ne var ki; 4 Nisan 2023 tarihli 7033 Sayılı CB Kararı bunların vb bulundukları bölgeyi kentsel dönüşüm alanı ilan etmiştir. Bu hukuka ve kültürel dokuya aykırı, Antakya’yı değersizleştirmeye, ‘soylulaştırmaya’, mülksüzleştirmeye yönelik kararın uygulanmadan iptal edilmesi gerekir-ki Danıştay nezdinde çok sayıda davalar açılmıştır.

Antakya tarihi kent merkezinde kültürün bir parçası olarak yaşamakta olan (semerciler, bakırcılar, dericiler, fanusçular, bıçakçılar, yemenciler, tenekeciler, demirciler, kalaycılar, taşçılar, sedefçiler, ipekçiler, iplikçiler, sini yapımcıları, künefeciler, börekçiler, zeytinyağcılar, sabuncular, hasırcılar, baharatçılar, züccaciyeciler, attarlar gibi) zanaatlar ve zanaatkarlar koruma altına alınmalı ve/veya bunlardan geriye kalan alet edevat ile ürünlere mahsus bir müze kurulmalıdır.

Gastronomi bakımından yaşanan depremlerde Hatay’ın çok sayıda usta açısı hayatını kaybetti. Bu durum sürekli ticarileşme eğiliminde olan, UNESCO tarafından ‘Hatay’ın yaratıcı şehirler ağına’ dahil edilmesiyle tescillenen Hatay mutfağının kaybedilmesi riskini doğurmuştur. Hatay mutfağını korumak ve yeniden canlandırmak, depremzedelerin meslek edinmesini sağlamak üzere, depremzedelere gastronomi kursları açılmalı, bu alanda literatüre uygun olarak yemek tarif kitaplarının yazılması Kültür ve Turizm bakanlığı tarafından teşvik edilmelidir.

 

  1. Antakya’nın Tarihi Kent Merkezinin Riskli Alan (Kentsel Dönüşüm Alanı) İlan Edilmesine Dair İlkesel Değerlendirmeler

Antakya tarihi kent merkezinin de içinde olduğu 307 hektarlık alan 5 Nisan Tarihli Resmî Gazetede yayınlanan 7033 Sayılı CB Kararıyla 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 2 maddesine göre riskli-kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenmiştir. Bu yasa ve CB kararı ne anlama geliyor? Kısaca belirtmek gerekirse:

Devlet, afet (can ve mal kaybı) riski altında olsun olmasın riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, sağlıklı ve güvenli yaşam koşullarını oluşturmak için dönüştürmeler, iyileştirmeler, tasfiyeler-yıkımlar ve yenilemeler yapılmasını, yeni yerleşim (rezerv) alanları belirlenmesini sağlayabilir. Bu konuda kanunun uygulamasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİDB), büyük şehir belediye başkanlığı ile Bakanlığın yetki verdiği belediyeler veya TOKİ yetkilidir.

Üzerindeki riskli bina yıkılarak arsa hâline gelmiş taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, sahiplerinin rızası aranmaksızın ÇŞİD Bakanlığının talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce silinir ve malikleri adına payları oranında arsa olarak tescil edilir. Gerektiğinde, ÇŞİD Bakanlığı, TOKİ veya İdare tarafından acele kamulaştırma yoluna da gidilebilir.

ÇŞİD Bakanlığı; bu alanlarla ve taşınmazlarla ilgili olarak her tür harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemleri ile toplulaştırma yapmaya, bu alanlardaki taşınmazları satın almaya, taşınmaz mülkiyetini veya imar haklarını başka bir alana aktarmaya, kat veya hasılat karşılığı usulleri de dâhil olmak üzere inşaat yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye, paylaştırmaya, payları ayırmaya veya birleştirmeye, kendi payına düşen taşınmazları, dönüşüm projeleri özel hesabına gelir elde etmek amacıyla (Devlet İhale Kanununa tabi olmaksızın) kiralamaya ve satmaya, kentsel tasarım projeleri yaptırmaya yetkilidir.

6306 Sayılı Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca dava açılabilir. Bu sürenin mücbir sebep (OHAL) halinin kalkmasından itibaren başlayacağı düşünülebilirse de davaların gecikilmeden açılması önerilmiştir.

Yıkılacak derecede riskli olan yapıların bulunduğu alanlarda, ağır hasar gören veya ağır hasar görme riski bulunan yapıların bulunduğu alanlarda dönüşüm uygulamaları maliklerin ve ilgililerin rızası aranmaksızın ÇŞİD Bakanlığınca resen yapılabilir veya yaptırılabilir.

6306 Sayılı Kanun uygulaması sırasında; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun kapsamındaki alanlarda uygulamada bulunulması hâlinde alanın sit statüsü de gözetilerek Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşü alınarak uygulama yapılır. Ancak, tarihi ve kültürel varlıkların 2863 sayılı yasa, uluslararası sözleşmeler ve ilgili mevzuat uyarınca korunması esastır.

Riskli alan sınırı uygulama bütünlüğü gözetilerek belirlenir. Riskli alan kararına karşı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılabilir. Bu yapılmazsa, 7033 sayılı CB kararının ve 6306 sayılı kanunun uygulama işlemleri üzerine riskli alan kararına ve uygulamalarına karşı dava açılamaz. Belirlenen riskli alanlarda kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, İhale Kanunu Md. 21/1-b’de yazılı hâllere dayanan işlerden (‘pazarlık usulüyle acil ve kolay ihale’) sayılır. Bakanlıklar devlete ait üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinden deprem bölgesiyle ilgili bilimsel çalışmalarını isteyip almış, acil ve kolay ihale yöntemiyle belirlediği mimarlık bürosuna (DB Mimarlık) vermiştir. Bu en hafif deyişle, bölge üzerine bilimsel çalışma yapmış olan öğretim üyelerine yapılmış haksızlık, görev verilen mimarlık bürosuna sağlanmış imtiyazlı bir nam ve kazançtır.

 

7033 Sayılı CB Kararı Uygulanmadan İptal Edilmelidir. ÇÜNKÜ;

KADOP’un 10 Nisan 2023 tarihinde zoom üzerinden organize ettiği sohbet toplantısında (Bkz. Youtube kanalımız) kentsel dönüşüm kapsamına alınan alan sınırları tarihsel perspektif içinde ortaya konuldu. Bu alan içindeki 1., 2., 3. Derece sit alanları olduğuna, kültürel mirasa, kültürel mirasın korunması gerektiğine, yerleşime uygun olmayan sıvılaşma riskli zeminlere, malikleri tarafından izinsiz olarak başlatılan onarım tehlikelerine dikkat çekildi.

Deprem öncesindeki kötü planlama uygulamalarına, deprem sonrasında plansızlığın eşlik ettiğine dikkat çekildi. Kültürel mirasın koruma kanunu ve koruma kurulu vasıtasıyla mimari restorasyon projeleri üzerinden korunması gerektiği bildirildi.

Bölgesel planların güncellenmesine ve koruma planları uygulanmasına dair yeterli ve olumlu çabaların gözlemlenemediği, yetkililer tarafından gerekli açıklamaların yapılmadığı, kamuoyuna bilgi verilmediği ifade edildi. Geleneksel-tarihi dokuya uygun afete dirençli, bütüncül kent modeli uygulanması gerektiği vurgulandı.

Kentsel dönüşüme eşlik edecek mevzuat, riskli yapılar, yıkım kararları, değer tespiti, ada ve parsellerin yeniden düzenlenmesi, yeniden yapılaşma ve bu amaçla riskli yapı olmadığı halde yıkılacak taşınmazlar olacağına, muhtemel mağduriyetlere dikkat çekildi.

Sulukule kentsel dönüşüm projesine (tarihi ve kültürel dokuyu yok eden uygulama-soylulaştırma-faciasına) ‘Antakya Yeni Bir Sulukule Olmasın’ başlığıyla dikkat çekildi.

Antakya’nın tarihi merkezinin kentsel dönüşüme ihtiyacının olmadığının, aksine UNESCO’nun dünya kültürel mirası listesine girmesini sağlayacak çalışmalarla desteklenmesi gerektiğinin altı çizildi.

Kadim Antakya’da usulsüz ve hoyratça yapılan enkaz kaldırma ve dökme çalışmalarına, tarihi çevredeki enkazlara moloz muamelesi yapılmasına son verilmesi talep edildi. Bu konuda yapılması gerekenler tek tek sayıldı. Ankara’daki Kaleiçi dersler çıkarılması gereken örnek uygulama olarak hatırlatıldı.

Kentsel dönüşüm mü? Rantsal dönüşüm mü? Dönüşüm mü? Bölüşüm mü? Sorularına ve mülkiyet haklarının korunması gerektiğine örneklerle (Ankara Saraçoğlu mahallesi, Ulus, İtfaiye Meydanı gibi) dikkat çekildi.

Kentsel dönüşüm alanı ilan etmenin orantısız ve gereksiz olduğu ifade edildi. Uygulama aşamasındaki keyfilikler sebebiyle 7033 sayılı CB Kararının rantsal dönüşüm aracı olabileceğine, Antakyalıların mülklerinin dolayısıyla da kadim Antakya’nın Antakyalıların elinden alınmasının söz konusu olabileceğine, ticarileştirilerek el değiştirmesi ve rant kaynağı olma riskine dikkat çekilerek bunlara karşı uyanık olmak, yasalar çerçevesinde engelleyici olmak ve hak aramak gerektiği vurgulandı.

Yetkililerin uygulamada yerel halkın görüşlerini dikkate almadığına, yasalardaki ‘istisnai durumları ana kural haline getirdiklerine’, vatandaşın lehine olan mahkeme kararlarını uygulamadıklarına, her haksız idari işleme ‘yasal kılıf’ bulduklarına dikkat çekildi.

Kentsel dönüşüm sürecinde acele kamulaştırma, özel mülklerin hazineye intikal etmesi, kamulaştırma, taşınmazdaki hakların alınıp, başka bir yerdeki taşınmaz üzerinde hak verilmesi gibi ‘adaletsiz’ işlemlerle, ‘mülksüzleştirme’ ve ‘soylulaştırma’ gibi haksız idari işlemlerle karşılaşılabileceği örnek olaylar üzerinden hatırlatıldı.

Ranta dayalı benzer sorunların kentsel dönüşüm alanı dışında kalan çok katlı yapıların az katlı olarak yeniden inşasında da ortaya çıkacağına dikkat çekildi.

İçtihatlardan, yargıya intikal etmiş olaylardan da anlaşıldığı üzere gerek kentsel dönüşüm uygulamalarında gerek OHAL uygulamalarında Anayasal-kişisel ve sosyal hakları ihlal eden, kısıtlayan çok sayıda uygulama mevcuttur.

Netice itibariyle, sorunlara, risklere, tehditlere karşı farkındalık ve kamuoyu yaratılarak, bir ve birlik olarak katılımcı bir anlayışla karşı çıkılması ve hak aranması gerekir.

Afetzedelerin başta geçici konut ve hijyen olmak üzere zorunlu ihtiyaçlarına ve gündemlerine öncelik verilmelidir. Ülke gündeminin ilk sırasında ise, deprem değil, seçim vardır.

Zaman içinde, yasalar çerçevesinde tüm Türkiye’de meslek odalarıyla ve STK’larla birlik olarak, altyapısı oluşturularak geniş katılımlı gösteriler, paneller, konferanslar gibi aktivitelerin organize edilmesi ve yapılması, Antakya-Hataylılar kadar, deprem bölgelerinde mağdur olan tüm halkın sesinin duyurulması gerekir. Antakya’nın Türkiye’nin gündeminden düşmesi; Antakya üzerinde rant emelleri olanlara, demografik yapıyı değiştirmek isteyenlere hizmet eder.

Haksız ve adaletsiz idari uygulamalara ve telafisi imkânsız zararlara yol açacak olan 7033 sayılı (kentsel dönüşüm) CB Kararının iptali için meslek odaları ile kentsel dönüşüme alınan alan içinde gayrimenkulü olanlar tarafından, en kısa sürede yürütmenin durdurulması talepli davalar açılması gerektiği vurgulandı. Depremzedeler tarafından bireysel olarak açılacak davalarda adli yardım alma haklarının olduğu (avukat ve mahkeme harcı için bir bedel ödemeyecekleri) bunun için Hatay Barosu (avukatları) ile temasa geçmeleri gerektiği özel olarak vurgulandı.

Son Söz: 7033 Sayılı CB Kararı iptal edilmeli, koruma altındaki sit alan olan kadim Antakya kentsel dönüşüme konu edilmemelidir. Nitekim, bunu gerçekleştirmek üzere, Hatay Barosu avukatları (özellikle Sayın İbrahim Göçmen) tarafından hazırlanmış olan dava dilekçelerinde yer alan hususları KADOP’un görüşleriyle sentezleyen bir dilekçe örneği ekte sunulmaktadır (EK). 7033 sayılı CB kararının iptal edilmesi için yüzlerce ayrı dava açılmıştır. Açılan dava ve dava dilekçesi geleceğe miras niteliği de taşımaktadır.

Buna karşılık Danıştay yürütmenin durdurulması taleplerini; ‘uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması’ şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle reddetmiştir. Diğer taraftan davalı durumda olan Cumhurbaşkanlığı ve ÇŞİD Bakanlığı savunma dilekçelerinde dava konusu işlem ile dava açanlar arasında menfaat irtibatı olmadığını, dava açanların aktüel, şahsi ve meşru menfaatlerinin ihlal edilmediğini, edilmiş olması halinde iptal davasının davacının parsellerine hasren görülmesi gerektiğini, iptali talep edilen kararın hukuka uygun olduğunu, haklı nedenlere dayandığını, kamu yararı gibi genel ifade ve gerekçelerle iddia etmişlerdir. Bu iddialar Antakya’da cereyan eden somut işlemler ve olaylar karşısında gerçek dışıdır.

2863 Sayılı Yasa uyarınca, sit alana müdahale ÇŞİD Bakanlığının görev ve yetkisinde değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetkisindedir. Gerçek ve tüzel kişilerin ‘bir çivi dahi çakamadıkları alana’ iptali talep edilen karar uyarınca ÇŞİD Bakanlığı fiili durum yaratarak, dozerlerle girmiş ve her şeyi dozer operatörlerinin inisiyatifine bırakmıştır. İptal davası açılmadan önce ve açıldıktan sonra ÇŞİD Bakanlığı ve KTB dava açanlardan habersiz, tebligatsız, hukuki olmayan, tek yanlı subjektif gerekçelerle ve fiili durum yaratarak yıkmış, şehrin deprem sonrasına ait koruma planı, imar planı olmadığı halde, deprem sonrasına ilişkin fay hatları değişikliklerini dikkate almaksızın, deprem sonrasına dair mikro bölgeleme çalışmaları yapmaksızın üzerine inşaat (toplu konut) yapmak için haksız ve hukuka aykırı eylemler başlatmıştır. İptali talep edilen karara (7033) istinaden tesis edilmekte olan bu hukuk dışı idari işlemler, yasa dışı kamulaştırma niteliğindeki işlemler anayasamıza, yasalara, çevre mevzuatımıza, imar mevzuatımıza aykırı olup, mülkiyet haklarının alenen ihlali niteliğindedir. ‘Yasa dışı kamulaştırma’ ifadesini kullanıyoruz çünkü; bu yerlerin deprem sonrası zemin etütleri yapılmamıştır, bu yerde toplu konut yapılması için yeterli ve gerekli bilimsel çalışmalar da yapılmamıştır. İhdas edilen 7033 Sayılı CBK ve uygulaması anayasamızdaki temel ilkeleri, yasalardaki engelleyici hükümleri yok sayan ve aşmaya yönelik olup, ‘meşruiyet’ sorunu ile de maluldür. Adalet mülkün temeldir.

Bu nedenle CB ve ÇŞİD Bakanlığının kararın iptal edilmesinde; mülkiyet hakları yok sayılmış olan dava açanların hukuki yararının ve menfaatinin olmadığı iddiası soyuttur, subjektiftir, Antakya’da olan-biten karşısında gerçek dışıdır ve kabul edilemez. CB ve ÇŞİD Bakanlığı Danıştay’a verdikleri dilekçelerde; dava açanları kamunun bir parçası olarak kabul etmemekte, 7033 Sayılı Karara karşı açılmış yüzlerce davayı ve bunların davacılarını yok sayarak, kamudan saymamakta, insan aklıyla alay edercesine, kararın ve uygulamasının kamu yararına uygun olduğunu iddia etmektedir.

 

  1. Özel Mimarlık Bürosuna Verilen Şehir Planlaması İşi, Özel Mimarlık Bürosu ile Toplantı Yapılması, Toplantıda Yapılan Sunumun İlkesel Olarak Değerlendirilmesi
  • İşin Pazarlık Usulüyle Şeffaf Olmayan Biçimde Verilmesi Tartışmaya Açık Bir Konu

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 6306 Sayılı Kanun uyarınca riskli alanlarda kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işlerini İhale Kanununun Md. 21/1-b maddesine atfen pazarlık usulüyle (‘acil ve kolay ihale’) olarak verebilir. Bunun için ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması şarttır. Bu durumda ilan yapılması zorunlu değildir. Ancak, en az üç istekli davet edilerek, yeterlik belgelerini ve fiyat tekliflerini birlikte ve yazılı olarak vermeleri istenir. Diğer iki mimarlık bürosunu, teklifleri, kazananın neden tercih edildiğini bilen var mı? Sır gibi saklanıyor. İhale ve sonucu şeffaf olur. Kamuoyuna açıklanır. İhaleye davet edilenlerin ortak noktası nedir? İlişkileri var mıdır? İş acil ise, depremin 10. Ayında hazırlanmış olması gereken planlar nerede?

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı devlete ait üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinden deprem bölgesiyle ilgili bilimsel çalışmalarının tümünü isteyip almıştır. Bu bilgi ve belgeleri acil ve kolay ihale yöntemiyle belirlediği mimarlık bürosuna (DB Mimarlık) vermiştir. Ortada bir idari şartname, teknik şartname hatta işin detayına dair sözleşme dahi yoktur. Bu tür işlerde milyonlarca lira avans ödeme yapılması mutat bir uygulamadır. Bu durum en hafif deyişle, bölge üzerine bilimsel çalışma yapmış olan, bilimsel bilgi üretmiş öğretim üyelerine yapılmış haksızlıktır. İhale kazandırılan mimarlık bürosuna sağlanmış imtiyazdır. Bu ve benzeri konularda görevler yapmış deneyimli öğretim üyelerimiz ve üniversitelerimiz mevcut olduğu halde, işin özel mimarlık bürolarına verilmemesi gerektiği halde, bu konularda deneyimi olmayan, kendi ifadesiyle ‘depremi avantaja çevirmek’ isteyen TİCARİ bir işletme olan mimarlık bürosuna verilmesi dikkat çekiyor.

  • İşin Verildiği Özel Mimarlık Bürosu ile Yapılan Toplantı

Ortak tanıdıklarımızla yapmış olduğu görüşmelerde Antakya’nın şehir planlaması işini kimsenin mülkiyet hakkına zarar gelmeden, katılımcı bir süreç olarak gerçekleştirmek istediğini ifade eden DB Mimarlık ile Antakyalı sivil ve sosyal platformların ev sahipliğinde, İstanbul’da bir toplantı organize edilmiştir. 28 Nisan 2023 tarihinde yapılan toplantının konusu ve amacı; tanışmak, Antakya kent planlaması sürecini, sorunlarını, çözüm önerilerini ve iş birliği imkanlarını araştırmak, açıklığa kavuşturmak, iletişim içinde olmak ve bilgi paylaşmak, toplantıya katılan Antakyalıların sorularına yanıtlar aramak olmuştur. Toplantının Antakya halkının sürece katılımını sağlamak ve her istediğini yapmak için adı geçen özel mimarlık bürosu tarafından organize edilmediği aşikardır. Ancak, toplantıda DB mimarlığın yaptığı barkovizyon sunum çok uzamış, dolayısıyla sunum sonrasındaki soru-cevap kısmı için yeterli süre kalmamıştır.

  • Özel Mimarlık Bürosunun Toplantıda Yaptığı Sunum

Erken dönemde verilmiş iş için erken dönemde yapılmış bir toplantı ve sunum söz konusu olmakla birlikte, organizasyon amacına uygun olan son derece yararlı bir toplantı gerçekleştirilmiştir.  ÇÜNKÜ; işin verilme süreci ve projelendirilmesi, finansmanı (‘pasta büyüklüğü’, AB fonları, hibeler, sorunlar, İller Bankası vs), işin ihalesiz görüşme yoluyla verildiği mimarlık bürosu tarafından Antakya’daki sit alan ve dışının nasıl ele alınmak istendiği hakkında genel bilgi edinilmiştir. Sit alanda kentsel dönüşüme nasıl yaklaşıyorsunuz? Anayasal hak olan mülkiyet haklarını restorasyon, yapı güçlendirme vb uygulamalarla koruyabilecek misiniz? Gibi sorulara net yanıtlar alınmamıştır. Bunların takdirinin siyasi iradeye bırakıldığı anlaşılmaktadır. DB mimarlığın, iki ayrı uzmanlık alanı anlamına gelen, hem Kültür ve Turizm Bakanlığı hem de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı adına iş yapması dikkat çekicidir. Belediyelerin bu işin neresinde olduğu hususunda somut bir bilgi verilmemiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın atamış olduğu kazı ekibiyle ilişkilere dair bir açıklama yapılmamıştır.

Tarihi kent merkezinin riskli alan ilan edilip kentsel dönüşüme tabi tutulmak istenmesi, bu konudaki çok sayıdaki olumsuz uygulama, hemen her aşamada işin uygulamasının siyasi iradeye endeksli olması, kent planlaması işinin ranta açık, ticari bir anlayışla piyasalaştırıldığı izlenimi vermektedir. Sunum yapanlar 6306 sayılı kanun (kentsel dönüşüm) uygulamasında hiç kimsenin mülkiyetinin kısıtlanmadığını savundular. Henüz deprem sonrası jeolojik etütler, mikro bölgeleme çalışmaları ve güncellemeler yapılmadan, Antakya’yı sağlam zeminli dağlık alanlara taşımak, orada çok katlı binalar yapmak, Antakyalıların bunu kabul etmesi için cazip görünen öneriler sunmak, Antakyalıların elinden alınan eski kent merkezindeki arsalarda, özellikle de Antakya’nın tarihi merkezinde spekülasyona açık çok büyük rant yaratıp elde etmek mümkün olabilir. İhalenin şeffaflık içinde yapılmamış olması, devlet üniversitelerindeki öğretim üyelerinden yararlanmak yerine, özel mimarlık bürosunun tercih edilmesi nedeniyle bu ve benzeri spekülasyonların yapılması da doğaldır.  Sunumda bahsedilen ‘şehre ait eski dokuyu, şehrin yeni yerinde kullanmak’ ve ‘tarihi kentin izlerinden doğan yeni kent’ ne anlama geliyor? Örneğin, yetkililer benzeri bir karar ve uygulamayla Sulukule’yi de 41 Km ileriye taşıdılar. Sulukule’nin eski yerinde büyük inşaatlar yaparak, birileri çok büyük rantlar elde ettiler. En iyimser deyişle her şey siyasi iradenin elinde!

Sunum yapan Sayın Bünyamin DERMAN ve ekip arkadaşları uzun bir durum değerlendirmesi yaparak, kitabi bir kent planlaması ve yeni Antakya tasvir ettiler. Genel ifadeler kullanmaya özen gösterdiler. Bu durum, soyut güzellemelerin yapıldığı bir sunuma neden oldu. Sunumlarında yer verdikleri istatistiki verilerin kaynaklarını-hangi yıllara ait veriler kullandıklarını bildirmediler. Bu nedenle ve teyit etme imkânı olmadığı için kullanılan verilerin çoğu inandırıcı olmadı. Güncel jeolojik etütler olmadan ve güncel fay hatları-hareketleriyle, (Asi nehrinin yatağındaki değişme, yer altı su hareketleri, deprem sonrasında devam etmekte olan fay analizleri, mikro bölgeleme çalışmaları vb) ilgili bilgiler olmadan Antakya için kent planlaması yapılması mümkün olmasa gerek. Tasarlayıp sunumunu yaptıkları Antakya’yı UYGULAMAYI, ilke ve değerler düzeyinde dahi taahhüt etmediler. Samimiyetle taahhüt edemeyeceklerini bildirdiler. İtirazımız sunuma değil; ‘anormallik taşıyan uygulamalara’. Atasözümüzdür; ‘yazıp da altını imzalamayacağın şeyi söyleme’. Planlama bir tasarımdır, ama tasarımın da ‘yalan’ olmaması ‘gerçek’ olması gerekir ve beklenir. DB Mimarlığın yaptığı sunum maalesef gereksiz yere uzadı. Çok daha kısa olabilirdi.

Deprem bölgesinde resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanımız öldü. Halen bulunamayanların sayısı az değil. Binlerce bina yıkıldı, ağır hasar gördü. Hükümet yetkililerinin süreci ciddi biçimde ele alıp yönetmesi gerekirdi.

SONUÇ: KADOP, üyesi olan-olmayan çok sayıda öğretim üyeleriyle, üniversitelerle ve deneyimli uygulamacılarla bu sunumun çok daha iyisini yapar ve uygular. Gerekirse kısmen dahi olsa ciddi tutarlarda finansman da bulur. Zira ilkesel çerçevede bakıldığında; Her mahallenin yerinde dönüşümünü hedefleyen bir sunum yoktu. Tescilli ve tescilsiz ayrımı yapılmadan doku bütününün korunması da hedeflenmiyor. Kentin parsel değil, yapı adası bazında dönüşümü önemli. Akıllı şehir konsepti de önemlidir. Planlar 3194 sayılı İmar Kanunu’na uygun olmalı, plan hiyerarşisine uyulmalı ve yetkili A Grubu bir şehir plancısı ve ekibi tarafından hazırlanmalı. Ayrıca, kentsel ve arkeolojik sit alanları için 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa istinaden hazırlanmış, yürürlükte olan Koruma Amaçlı İmar Planları ile ilgili olmayan kentsel tasarım ve mimari ölçeklerdeki tasarımlar kabul edilemez. Antakya’nın ve Amik Ovası’nın büyük bir kısmında zemin sıvılaşması sorunu var. Bu alanlarda her ada ve parsel için mikro sismik sondaj yapılması gerekir. Ayrıca, iki büyük depremin ve artçıların zeminde yarattığı durumun saptanması ve güncel deprem haritaları hazırlanması da şarttır.

Bazı çevreler asılsız söylentiler yayarak toplantıyı engellemek istedi. İhalenin yapılışını, işin verilişini, işin verildiği özel mimarlık bürosunun uzmanlığının yeterli olup olmadığını, kısacası SORUNUN ÖZÜNÜ İHMAL EDEREK MEŞRULAŞTIRANLAR, sanki sorun toplantının yapılacağı yermiş gibi, ‘toplantı Antakya’da yapılmalı’ gibi söylentiler çıkardı, basın açıklaması yaptı. Bazıları Şişli Belediye Başkanlığını arayıp, sizin salonunuzda AKP’liler toplantı yapıp, konuşacaklar gibi yalan-spekülatif-provakatif söylemlerle toplantıyı iptal ettirmeye çalıştılar. Hiçbir yarar sağlamayan bu tür kısır girişimlerin sonuçsuz kalması, sağduyunun kazanması memnuniyet verici. İletişim çağında iletişimi ihmal ve inkâr etmek doğru değil. Buna rağmen, toplantıya katılım yüksek oldu. Yaklaşık 200 kişi katıldı. Bazı katılımcılar toplantıyı ayakta izledi. Bazıları salon dışından dinledi. Bütün bunlar Antakyalıların bu konuya verdiği önemin ve hassasiyetin göstergesi. Aynı önem ve hassasiyeti yetkililerden de bekliyoruz.

  1. iv) HATAY Master Planını Hazırlamakta Olan DB Mimarlık ile Antakya’da yapılan toplantı

BD Mimarlık 08 Haziran 2023 tarihinde Antakya’da katılımcıları sınırlı sayıda olan ve meslek mensuplarından oluşan bir toplantıya katılmıştır.

KADOP olarak, Antakya-Hatay’ımızın geleceğiyle ilgili olabilecek bu vb toplantılar konusundaki sessizliği, yorumlar yapılmamasını anlamlandırmak konusunda zorlanıyoruz. Bununla birlikte, KADOP üyesi olan bazı katılımcı dostlarımızla yapmış olduğumuz görüşmelere istinaden toplantı hakkındaki özet bilgileri ve yorumlarımızı aşağıda bilgilerinize sunuyoruz:

Sınırlı sayıda katılımcıya açık olarak organize edilen, yaklaşık 35 meslek mensubu ve öğretim üyesinin katılımıyla gerçekleştirilen, 2 saat kadar süren toplantı karşılıklı anlayışa dayalı son derece olumlu ve iyi bir atmosferde gerçekleşmiştir.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİDB)’nın DB Mimarlığa verdiği görev Hatay için Master Plan hazırlamaktır: BD Mimarlığın master plan hazırlamak görevini bir tür kentsel tasarım ve dönüşüm modeli yaklaşımı içinde ele almak niyetinde olduğu anlaşılıyor. Bu niyet ve yaklaşım beyanının; mevcut en son verilere istinaden mahalle bazında durum analizleri yapmak, demografik yapıyı dikkate almak, ilgili kurumların, kuruluşların, paydaşların, STK’ların, sosyal platformların, halkın görüşlerini almak, kentin sorunlu alanlarını ve koruma amaçlı imar planı ihtiyacı da dahil, kentin ihtiyaçlarını tespit etmek, rezerv ve gelişme alanlarını dikkate almak, bütüncül ve kapsayıcı olmak, iklim özelliklerini dikkate almak, afete duyarlı, ekonomik (sanayi, tarım, ulaşım, lojistik, vs) gelişme ve sosyal bütünleşmeyi gözetmek, mülkiyet haklarını korumak, yaşam kalitesini yükseltmek vb  hedefleri üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır.

Bu yaklaşım ve niyet olumludur. Ancak, KADOP olarak, niyet beyanı, teori ve pratik ayrımını yapmak, güven-güvensizlik konularını dikkate almak ve uygulamaya bakarak istisnasız her şeyi hassas biçimde sorgulamak gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim, böyle de yapacağız. Bu vb sorunların aşılabilmesi için KADOP mensubu yetkin ve deneyimli meslek mensupları ile üniversitelerdeki deneyimli hocalarımızın sürece uygun biçimde aktif olarak dahil edilmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle ‘liyakat’, ‘vizyon’, ‘profesyonellik’, ‘saydamlık’, ‘hesap verilebilirlik-sorumluluk’ hem DB Mimarlık, hem sürece dahil edilecek olan meslek mensupları, hem hocalarımız, hem STK’lar hem platformlar için, kısacası herkes ve hepimiz için olmazsa olmaz önemdedir.

DB Mimarlık Şişli-İstanbul’daki sunumundan daha gelişmiş yeni bir sunum yapmıştır. Geçen sürede Antakya üzerine çalışmış olduğu ve orada konuşulanları dikkate aldığı anlaşılmaktadır. Yapılan sunum, her sunum gibi tartışmaya açık olan ve üzerinde tartışılması gereken bir sunumdur. Ancak, DB Mimarlık yaptığı sunumun bir örneğini gizlilik gerekçesiyle üzerinde çalışmak üzere yetkin kişi ve kuruluşlara vermemiştir. KADOP olarak, şeffaf olması ve vermesi gerektiğini düşünüyoruz!

DB Mimarlık tarafından yapılan ve sunumda öne çıkan hususlar ise, şöyle özetlenebilir:

Master Plan Hatay’ı kapsıyor, ancak sunum Antakya’ya odaklanmıştır. Samandağ, İskenderun, Defne vd için ne yapılacağı sadece çok genel olarak belli. Yeterli mi derseniz, değil.

Geliştirilmesi gereken Master Plan sunumunun mahalle bazında ve demografik yapı gözetilerek, en son verilere göre hazırlandığı ifade edilmiştir. Ancak, DB Mimarlığın çalışmasının deprem öncesindeki, 2022 nüfus sayımı ve projeksiyonu üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır. Zira, deprem sonrasında geçici veya kalıcı olarak kentten göç edenlere dair somut bilgiler mevcut değil. KADOP olarak bu bilgileri, Antakya Sanayi ve Ticaret Odası’ndan, valilikten, Belediyeden sordurduk, ancak bu bilgilerin mevcut olmadığı bildirildi. Keza, deprem sonrası fay haritası ve durumu, mikro bölgeleme çalışmaları vb çalışmalar henüz sonlanmamıştır. Bu konudaki veriler de güncel değildir.

Sunumda deprem öncesindeki, sırasındaki ve sonrasındaki zemindeki sıvılaşma, deprem sonrasında Asi nehrinin ve dere yataklarındaki derinleşme vurgusu yapılmıştır. Asi kenarındaki yapılaşma sorununa değinilmiştir. Yapı tasarımı ve mevcut donatı alanları seçimi konusunda kabul edilebilir öneriler ifade edilmiştir.

Tek merkezli yapıdan çok merkezli yapıya geçiş, şehre giriş ve çıkışların artması, çevre yolları ve ulaşım planlaması, lojistik ve deniz ulaşımı ile destekleme düşünülmektedir.

Antakya girişindeki Küçük Sanayi Sitesi’nin taşınması gerektiği ifade edilmiş, ancak bu konunun tarafı olan esnafla birlikte tartışılması gerektiği de vurgulanmıştır. Küçük Sanayi Sitesi Antakya esnafının 1960’lı yıllardan beri tekrar tekrar ve sürekli olarak mağdur edildiği tarihi bir sorundur. Nitekim, eski Küçük Sanayi Sitesi 7033 Sayılı CB Kararına istinaden riskli alan (kentsel dönüşüm alanı) ilan edilmiştir. Buraların master planda ne olarak gözüktüğü, nasıl dönüştürüleceği son derece önemlidir.

Sunuma göre tarım bakımından kendi kendine yeten bir kent planlanmaktadır. İyileşen doğa, Amik Gölü’nün kurtarılması önemlidir. Ancak, bu amaçlar ekolojik kırım, enkaz ve moloz döküm politikasıyla adeta ‘toksik kente’ dönüşen Antakya ile bağdaşmamaktadır. Havalimanının yeniden aynı yerde olması ihtimali karşısında sunumu gölgelemektedir.

Sunumda, turizm bakımından kültür turizmine ve arkeolojinin önemine vurgu yapılmıştır. Anıt eserlerin kat planlarının çizimleri gösterilmiştir. Sur’da yapılan ve yaşananların doğru olmadığı ifade edilmiştir. Koruma amaçlı imar planı ihtiyacı vurgulanmıştır. Ancak, koruma amaçlı imar planının en azından ilkelerinin ve kriterlerinin ne olacağına değinilmemiştir. DB Mimarlığın 7033 Sayılı CB Kararı (Antakya’nın tarihi kent merkezinin riskli alan ilan edilmesi) konusundaki görüşleri net ve belirli değildir.

Sunumda kent merkezinde bir proje tanıtım merkezi açılacağı ve burada görsel sunumlar yapılarak, Antakya halkının görüş ve önerilerinin alınacağı ifade edilmiştir. STK ve platformlarla bilgi ve görüş alış-verişi için toplantılar yapılmaya devam edileceği, bir çalıştay yapılacağı ifade edilmiştir. Ancak, KADOP’a göre, halkın katılımını gerçek ve samimi olarak sağlayacak metodoloji önemlidir. Örneğin bu toplantının neden 35 gibi sınırlı sayıda katılımcıyla yapıldığı, halka açılmadığı izaha muhtaçtır. Keza, halkın katılımının sağlanmasıyla bilimsel bakış açısının nasıl bağdaştırılacağı da belirsizliğini korumaktadır.

KADOP’a göre; Antakya’yı tasarlamak, sadece meydan, bina vb tasarlamaktan ibaret değil. Konunun tüm disiplinler bakımından yetkin temsilcileri (sosyolog, antropolog, arkeolog, ekonomist, korumacı mimar, planlamacı mimar, tasarımcı mimar, jeolog, inşaat mühendisi, hukukçu vs) vasıtasıyla birlikte ve bütüncül olarak ele alınması gerekir. Bütüncü çalışmada hangi amaçla, ne üretileceği, nasıl üretileceği önem taşıyor. DB Mimarlık ve yaptığı çalışmalar ‘çok disiplinli bütüncül çalışma’ bakımından net değil. DB Mimarlık bütüncü yaklaşımın neresinde ve konumu nedir?

KADOP’a göre bütüncül çalışmadaki belirsizlik bir yana, DB Mimarlığın ekibi dahi net ve belli değil. DB Mimarlığın ekibinin kimlerden oluştuğu bilinmiyor. Şeffaflık ve profesyonellik ile bağdaşmayan bu duruma rağmen, DB Mimarlık katıldığı TV programında ve yaptığı toplantılarda KEYM ve GYODER (KALYON İnşaat ağırlıklı oluşumlar) ile iş birliği içinde olduğunu bildirmektedir.

KADOP’a göre, Hatay’da geçici barınma, zorunlu yaşam koşullarına dair diğer sorunlar, barınma, güvenlik, enerji, altyapı, eğitim, sağlık, ekoloji, hasar tespitleri, yıkım, açılmış davalar, mülkiyet haklarının korunması vb sorunlar henüz çözülmemişken doğrudan master plan hazırlanması için görevlendirme yapılmış olması manidardır. Üstelik, var olan sorunların çözümünün, açılmış davaların sonlanmasının zaman alacağı aşikardır. Bu durum DB Mimarlık tarafından hazırlanacak master planın uygulanabilirliği konusunda ciddi engeldir. Hatay’da yaşamı yeniden canlandırmanın ve geri dönüşleri sağlamanın ise, gecikmeye tahammülü yoktur.

KADOP’a göre, 7033 Sayılı CB Kararı ile 6306 Sayılı yasaya göre riskli alan ilan edilen Antakya’nın tarihi kent merkezinde ve krokide yer alan yakın çevresinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı plan ve projeler yapmak, uygulamak, belediyelere ve TOKİ’ye bu konularda yetki vermek yetkilerine vs sahiptir. Kültür ve Turizm Bakanlığı kültürel varlıkların korunması konusunda yetkili, görevli ve sorumludur. Koruma amaçlı planları da dikkate aldığımızda çok sayıda ve çok başlı planlamacı otoriteyle-yetkililerle karşılaşıyoruz. Bunların arasındaki koordinasyon, iletişim, iş birliği belirsizdir. DB Mimarlığın master planının TOKİ dahil, diğer otoriteler tarafından değiştirilmesi-bozulması muhtemel ve ucu açık-tartışmalı bir konudur. Diğer taraftan, Defne ve Samandağ belediyelerinin deprem öncesinde hazırlanmış olan planları askıya çıkarmış olması da ciddi bir karmaşa ve soruna işaret etmektedir. En azından, ‘yetki hangi birimde?’ sorusuna yetkililer de dahil verilmiş bir yanıt yok.

 KADOP’a göre, DB Mimarlığın KEYM ve GYODER ile ilişkisi belli iken, Antakya Belediyesi, Defne Belediyesi, Samandağ Belediyesi ve diğer ilçe belediyeleriyle, Hatay Büyük Şehir Belediyesi ile ilişkisi belirsizdir. Esasen, DB Mimarlığın bakan ve üst düzey bürokrat değişimi nedeniyle ÇŞİDB ile ilişkisi de net ve belirli değildir. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilişkisi de net ve belirli değildir.

KADOP’a göre mülkiyet haklarının nasıl ve kim tarafından korunacağı ve sorunun nasıl ve kim tarafından çözüleceği, çözümün kimin sorumluluğunda ve yetkisinde olacağı belirsizdir. ‘Mülkiyet hakları’ zarar görmeyecek, kısıtlanmayacak gibi açıklamalar ‘Antakya yeni bir Sulukule olmasın’ söylemini çağrıştıran uygulamalar karşısında temelsiz durmaktadır.

KADOP; devasa sorunlarla karşı karşıya olan Hatay’ımızda hizmet sunacak tüm STK’ların ve sosyal platformların ortak bir platformda toplanmasına ve sürekli iletişim içinde olmasına, uyumlu hareket etmesine başından beri özel önem vermektedir. Bunun kadar önemli olan bir konu da meslek odalarının da sürekli ve olumlu-uyumlu iletişim ve çalışmalar içinde olmasıdır. Bir diğer konu da üniversitelerin veya öğretim üyelerinin de birlik ve beraberlik, iletişim içinde olmaları, uyumlu çalışmalarıdır. Keza, yerel belediyelerin, büyükşehir belediyesinin ve merkezi idarenin (özellikle CB, ÇŞİDB ve KTB) de sürekli iletişim, olumlu ve uyumlu çalışmalar içinde olması gerekir. Anlaşılacağı üzere, birlikte düşünmek ve uygulamak, ortak ve uyumlu hareket etmek, olumlu ve yapıcı iletişim içinde olmak kültürünün gelişmesi Hatay’ımıza daha iyi ve samimi hizmet edebilmek için olmazsa olmaz önemde. Bu konuda, KADOP gibi farklı disiplinleri, meslekleri, kurum ve kuruluş temsilcilerini, üyelerini, öğretim üyelerini gönüllülük esasında bir araya getiren, mensuplarına ortak-özgür zemin hazırlayan, meslek odaları ile ‘think-tank’ arasında faaliyette bulunan platformlar ile STK’lara büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. KADOP olarak üzerimize düşeni en iyi biçimde yapacağız.

  1. v) Antakya’da Yapılan Resmi Toplantılar Hakkında Bilgi Notu

KADOP 28.08.2023 tarihinde bir zoom toplantısı yaparak, DB Mimarlığın, ÇŞİD Bakanlığı’nın ve KTB’nın Antakya’da düzenledikleri toplantılar hakkında değerlendirme ve yorumları, izlenimleri paylaşmıştır. Toplantılarda konuşulan hususların özetine aşağıda yer verilmektedir:

Sayın Bünyamin Derman’ın görevli olduğu ve çalıştığı projenin ne olduğu, içeriği ve kapsamı (kentsel tasarım mı? Master plan mı? belli değil.

Değerlendirme yaparken; bazı detayları dikkate almak gerekiyor. Milletvekili seçimi, CB seçimi, Bakan değişikliği, bürokrat değişikliği gibi. Bunlar ön plana çıkmış ve süreç üzerinde olumsuz yönde etkili olmuştur.

Kent merkezi için ‘zemin + 4 kat sınırı’ düşünülüyor. Ancak, belediyeler, mevcut durumda, mevcut imar palanlarının geçerli olduğu yönünde bir eğilime sahip. Nitekim; deprem öncesine ait mevcut imar planları uygulanamaz duruma gelince yerinde dönüşüm de uygulanamaz hale geliyor. Ortada aşılması gereken belirsizlikler ve çelişkiler var. Bunlar giderilmeden uygulamaya geçilemez. Bu belirsizlikleri aşmak için gerçekliği şüpheli olan, en azından delili olmayan, ‘kentin %80-90’ı depremde yıkıldı’ söylemleri arasında ayakta kalan yapılara dozerle girmek ve kenti arsa ve araziye dönüştürmek, oldu-bitti halinde temel atmak politikası izleniyor. Antakya’nın %80-90’ı yıkılmış olsaydı, derhal kalkınmada öncelikli yöre kapsamına alınması gerekirdi.

Asi’nin yakın çevresine, dere yataklarına, fay hatları üzerine vs yapılaşma izni verilmeyecekse, depremden önce neden verildi? Bir başka çelişkili durum da bu. Diğer taraftan yetkililer Hatay’da yaklaşık 254 bin 195 konut yapılacağını bunların da 1+4 kat, 80.000 kadar bloklar halinde inşa edileceğini bildiriyor. Bu kadar çok blok ve konut nereye, nasıl inşa edilecek? Ormanlara, meralara, zeytinliklere mi? Bitişik blok nizam TOKİ evleri mi yapılacak?

DB Mimarlığın plan çalışması ile yerinde dönüşüm ve hak sahipliği arasındaki ilişki net değil. İzaha muhtaç. Kimin ne yaptığı ve ne yapmaya çalıştığı net değil. Yapılanın veya yapılacak olanın kabul edilebilirliği ise, ayrı bir soru işareti.

Depremden sonra 7. Ay içinde planlama için başlangıç yapması dikkat çeken Hatay Büyük Şehir Belediyesi’nin gerek meclis yapısı gerek merkezi yönetimin yetkileri bakımından eli kolu bağlı, yapabileceği pek fazla bir şey yok, sürece pozitif yaklaştığını ifade ediyor, ancak uygulamada ve sahada yok.

Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni koruma planı için Türkiye Tasarım Vakfı üzerinden Bünyamin Derman’ı görevlendirmiş durumda. Bünyamin Derman’ın her iki bakanlık için birlikte çalışıyor olması, TOKİ’nin sahaya inmesi 7033 Sayılı CB kararına karşı açılmış olan davaların haklılığını düşündürüyor.

26 Ağustos tarihinde ÇŞİD Bakanlığı’nın Antakya’da yaptığı toplantıda katılımcılara çok söz verilmedi. Buna rağmen haklı olarak tarihi mekanların yıkımı, moloz sorunları dile getirildi. Ancak, toplantıyı organize edenlerde katılımcılık, görüş ve eleştirilere açık olma gibi bir anlayış, deneyim ve kültür yok, güce dayalı bir ‘biz biliriz, biz yaparız, diğerlerini küçümseme, ötekileştirme’ anlayışı-görüntüsü vardı.

Oysaki; yapılanların ve yapılmayanların sonuçları ortada.

Kentin sorunlarıyla ilgili olarak vali beyden ayrı bir toplantı talep edebiliriz.

Yapılan toplantı doyurucu ve tatmin edici değildi. Projelerin eleştirel gözle sorgulanması gerekir. Ortada çelişkiler var. Halkın seviyesine uygun basit açıklamalar yapılması, ‘konsensus’ sağlanması için önemli ve gerekli.

Toplantıya iyi hazırlanmamışız.

Toplantının katılımcılığı sağlamakla ve müzakereler yapılmasıyla alakası yoktu. Müzakere eşit taraflar arasında olur, karşılıklı saygı ve anlayış içinde olur. Bu tür toplantılar kayda alınmalı ve dijital ortamda yayınlanmalı. Şeffaflık ve profesyonellik hatta ‘samimiyet’ bunu gerektirir.

Katılımı sağlama değil, dikte ederek bilgilendirme toplantısı gibiydi. Albenisi olan görseller vardı, ama ihtiyaçların neler olduğu, hangi ihtiyaçlara ne yanıt verildiği, nasıl bir kurgu düşünüldüğü gibi konular açıkta kaldı. Türkiye Tasarım Vakfı nedir? Kimdir? Yeterli ve deneyimli midir? Neden ve nasıl sürece dahil olmuştur? Biz Antakya için neler talep edebiliriz? Düşünmemiz gerekir!

Bünyamin Derman Türkiye Tasarım Vakfı ile uluslararası deneyimi ve boyutu sürece dahil etmek istiyor. Ancak, bu aynı zamanda DB Mimarlığın yetersizliğinin göstergesi ve kabulü değil mi? Yerli ve millinin ‘suyu mu çıktı?’ Antakya’nın yolunu bilmeyenlerden Antakya’ya fayda gelir mi?

Mimari süreç, tasarım, kent planlaması, koruma planı farklı şeyler. Sosyal alan diyebileceğimiz kentsel alanlar yağmalanıyor, yerel halk da bu yağmalamadan pay alma derdine düşüyor, maalesef. ‘Pay verip, yandaş yaratma ve ortak etme’ zihniyetinin terk edilmesi gerekiyor.

Toplantı bilgilendirme değil, ‘teknik bilgiye boğma’ toplantısı gibiydi. Göstermelik bir toplantı izlenimi vardı. Bize hayal bir kent vaat ediliyor. Uygulama gerçeklikle örtüşmüyor. Yetkililerin daha önceki uygulamalarından dersler çıkarmalıyız ve gösteriler yapmalıyız.

Antakyalıları dinlemiyorlar. Biz biliyoruz, bize inanın mesajları veriyorlar. Her şeye rant gözüyle bakılıyor. Toplantıya katılanlardan daha aktif katılım beklerdim. Sayın Vali konuşanlara yaptığı müdahalelerle kenti ve yerel halkı anlamaktan uzak, gücü temsil ediyor görünümündeydi. Gerçek ve samimi bir katılımcılık istenmiyorsa, bu tür toplantıların düzenlenme amacı ne olabilir?

Dışarıdan bakıldığında ortada bir karmaşa, ‘kaos’ var gibi görünüyor. Bakanlıklar ne yapacak? Anayasaya ve yasalara aykırı işlemler var. Katılımdan jeoloji mühendisleri, çevre mühendisleri, inşaat mühendisleri, kent peyzajcıları, muhtarlar, tüm kamu kurum ve kuruluşları vb dahil yüzlerce kişinin davet edilerek katılmasını ve katkılarının alınmasını sağlamak gerekir. Bu planlar yargıda iptal edilir ve zaman vs boşa gider. Örneğin ‘Hatay havalimanı için başka yer bulunmadı’ deniyor. Makro plan yapılmamışsa, yer bulamazsın. Keza, örneğin kentsel tasarıma dayalı çevre düzeni planı yapılmaz. Sur, Sulukule, Hacı Bayram da yapılan yanlışlar Antakya’da yapılmasın! Bunları ve planlama ilkelerini ve bileşenlerin beklentilerini dikkate almak gerekir. Çok çalışmak başarılı olmayı-başarılı planlar hazırlamayı garanti etmiyor.

DB Mimarlığın hazırladığı plan dağıtılmadı, gerekçe olarak ‘halen bitmiş durumda değil’ denildi. Vakitlice, ciddi bir planlama seferberliği ilan edilmiş olsaydı şimdi planlama ve plan sorunumuz olmazdı.

TAÇDAM sahada pro-aktif olarak olumlu çalışmalar yaptı, dikkate alındı mı? Drone’larla gerekli olan şeylerin çoğu tespit edilebilirdi.

Geniş katılıma açık Proje Uygulama/Danışma Birimi kurulması önemli.

Kentsel sit alanla ilgili olarak 2863 Sayılı Yasa uygulanmalı. Anayasaya uyulmalı. Uluslararası sözleşmelere/anlaşmalara uygun çözümler üretilmeli.

Toplantıdan beklenen amacın yerel bileşenler ve kentin geleceği bakımından hasıl olmadığı anlaşılıyor. Her şeyden önce katılımcılığı ve katılımı sağlayan ortamda gerçekleşen samimi bir toplantı değildi. Bu hem yerel bileşenler bakımından hem yetkililer bakımından hem de sürecin diğer aktörleri (yerel idareler-belediyeler) bakımından mevcut belirsizlikleri gideren ve güven veren bir toplantı değildi. Sürece eşlik eden ciddi kararsızlıklar var. Belediye başkanları dahil, geniş katılım şart bu tür toplantılara.

Görülüyor ki; sürçten memnun değiliz. Bunu yetkililere iyi anlatamadığımız ve onların da iyi anlamak için gayret göstermediği ortada. Bundan sonrası için ne yapabiliriz? Buna kafa yormalıyız.

Devlet iyi bir afet yönetimi ve ne yapacağı konusunda maalesef hazır değil. Bu depremden önce de böyleydi, sonra da. Sayın Bünyamin Derman’ın görev, yeki ve sorumluluğu nedir? Belirsiz. Sayın vali Muhammet Hoca’nın yıkım kararların alınması yönünde görüş bildirdiğini söylüyor. Salonda mimarlar ve mühendisler vardı, ama planla ilgili sorular sorulmadı, sorgulamalar yapılmadı. ‘Hazır değildik’ demek mazeret değil. Ama, toplantının akışı bazı hususların konuşulmasını engelledi. Kendi doğrularını vurgulayıp, dayatma çabası içindeler. Oysaki; kentten yükselen sesi dinlemeleri gerekiyor. Ama, böylesi önemli zoom toplantılarına dahi beklentilerin gerisinde düşük sayıda katılım olması da düşündürücü. Hatay’a hizmet vermek lafla olmuyor, çalışmayı gerektiriyor. Ben çalıştım sen çalışmadın gibi söylemler de amaca hizmet etmiyor.

Hatay’ın kahramana ve kahramanlara ihtiyacı yok. Hatay’a gönülden samimi olarak hizmet edenlere-edeceklere ihtiyacı var. Afeti fırsata dönüştürenlere ise, hiç ihtiyacı yok. Hiçbir kurum ve hiçbir şahıs, hiçbir bileşen tek ve vazgeçilmez önemde değil. Hepsi birlikte ahenk içinde ve samimiyetle çalıştığı zaman bir değeri ifade eder. Hatay’ı dayanışma yaşatır ve yaşatacak!

Plan-mülkiyet ilişkisi, plan-saha-zemin ilişkisi, zemin-yapı ilişkisi net olarak ortaya konulmalı. Yetkililerin kararsızlığı, belirsizlik, belirsizlikler de güvensizlik yaratıyor. Tüm bileşenler birbirlerine ve kent halkına güven vermeli. Güveni zedeleyecek tavır ve davranışlardan kaçınmalı. Kişisellik sosyalliğin önüne geçmemelidir. ’STK’ların altını oyan tavırlardan ve mitoz bölünmelerden kaçınmak gerekir.‘

Çözüm olarak; bilime, sanata ve akla dayalı müzakereler ile sürekli iletişim içinde olmalıyız ve bugünkü gibi bilgi alışverişini arttırmalı, birbirimizi tamamlamalı, eksiklerimizi ve yanlışlarımızı gidermeliyiz. Ön kabuller, sloganlar, gösteriler, güzellemeler çözüm değil. Tam ve bütüncül çözüm tüm siyasi unsurlarla iletişim içinde olmak, çözüm masaları kurmak ve tartışmaktan, stratejik düşünüp hareket etmekten, kısacası bilgiye ve birlikteliğe dayalı ‘diplomasi’den geçiyor. Planı görmeden teknik yorumlar yapmak doğru değil. Gerektiğinde gerekli davalar açılmalı. Yetkili makamlara bireysel ve/veya grupsal dilekçeler verilmeli istekler çok sesli ve yazılı olarak dile getirilmelidir.

Yasalar çerçevesinde merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin, yetkin üniversitelerin ve öğretim üyelerinin, yetkin meslek odalarının ve mensuplarının, STK’ların samimi katılım ve katkılarıyla PROJE UYGULAMA /DANIŞMA BİRİMİ (adı önemli değil, niteliği ve fonksiyonu önemli) kurulmalı ve acilen çalışmaya çözümler üretmeye başlamalıdır. Bu vb konularda, sorunlar ve çözüm önerilerimiz için kamu yönetimi yetkililerinden hem özel hem de resmi olarak görüşme-toplantı taleplerimiz vardır. Uygun strateji ve girişimler dahilinde elbette ki muhalefet partileri ve muhalif belediyeler nezdinde de gerçekleştirilecektir. Önce, sürece eşlik eden kararsızlık, belirsizlik, kişisel çıkarlara ve ranta dayalı güvensizlik, samimiyet sorunlarını belli ölçüde aşmamız lazım. Tüm bileşenleri sahaya ve iş birliğine davet ediyoruz, edeceğiz.

21-24 Eylül’de İstanbul’da Hatay Günleri etkinliği düzenleniyor. Sesimizi duyurmak için önemlidir.

Konuşmacılar her söz alanın görüş ve katkılarının değerli ve önemli olduğunu vurgulayarak, bu vb toplantıları yinelemek konusunda görüş birliği içinde ayrıldılar. Son derece olumlu geçen bu zoom toplantısı umut verdi ve umutlarımızı arttırdı. Devamını temenni ediyoruz.

 

  1. Anayasanın 56’ncı maddesine uymayan Devlet olur mu?

Anayasamızın 56’ncı maddesine göre, herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Ne yazık ki; Hatay Valiliği Anayasanın bu maddesine uymuyor.

Hatay’da deprem atıklarının alınması, taşınması, dökülmesi, yerinde dönüşüm faaliyetlerinin halk sağlığı ve çevresel olumsuz etkileri ihmal ediliyor. Enkaz kaldırma çalışmaları sırasında, molozlar, tıbbi ve kimyasal atıklar vadilere, yer altı sularının ve su kaynaklarının olduğu yerlere, zeytinliklere, çadırkent ve konteyner kent yakınlarına dökülüyor.

Devasa boyutlara ulaşan moloz, çöp, tıbbi ve asbest, plastik, beyaz eşya gibi kimyasal atıklarda tüm canlılara ve ekolojik çevreye zarar veren, ölümcül hastalıklara neden olacak her türlü zehirli ve tehlikeli madde mevcut. Bu atıklar doğa ve doğal hayat dolayısıyla da insanlık için çok ciddi risk ve tehditler oluşturuyor. Bunların; yer altı ve yerüstü sularının olduğu bölgelerden, su havzalarından, tarıma elverişli sulak alanlardan, şebeke sularından, doğal ve yaban hayat alanlarından uzak yerlere ve sert zeminlere dökülmesi gerekiyor. Vadi tabanlarına dökülmemesi, uygun biçimde, sızdırmaz zeminlerde bertaraf edilmesi, mümkünse ayrıştırılıp, geri dönüşüme tabi tutulması yasal zorunluluk.

Hava, toprak, yer altı ve yer üstü sularına karışan ve orada uzunca süre kalan bu zehirli maddeler besin zinciri, tarım ve hayvancılık yoluyla gıdalara dolayısıyla insanlara geçerek kanser vb hastalıklara neden olur. Ormanları, meraları ve kuş cennetlerini, kısacası ekosistemi tehdit eder.

Yetkililer deprem atıklarının nereye, nasıl döküldüğü konusunda açıklama yapmazken, halk ve çevre sağlığını tehdit eden bu uygulamalar karşısında Cumhuriyet Başsavcıları sürekli olarak göreve çağırılmıştır. Hatay Barosu (özellikle Sayın Ecevit Alkan), Çevre Mühendisleri Odası, Türk Tabipleri Birliği ve Çevre Koruma Dernekleri tarafından yürütmeyi durdurma talepli olarak açılan dava dilekçesi EK’te sunulmaktadır. Hizmet binası ve çok sayıda avukatını kaybeden Hatay Barosu sözü edilen davayı açtığında yıkılmış binalara ait enkazların çok büyük bir kısmı kaldırılmıştı. Bununla birlikte, dilekçe ve açılan dava geleceğe miras niteliği de taşımaktadır.

 

  1. HATAY’a Geri Dönüşlerin Sağlanması Konusunda Değerlendirmeler

Öncelikle göçün nedenlerine bakmak gerekir: Antakya’dan diğer bölgelere olan göç; siyasi, ideolojik ve ekonomik kaygılara ve sebeplere dayanmıyor. Depremde yıkılan ev ve iş yerlerine, şiddetli artçılara ve yeni büyük deprem riskine, dolayısıyla başta barınma, huzur ve güven olmak üzere yaşam standartlarının ve kalitesinin, kamu hizmetlerinin önemli ölçüde azalmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir göç dalgası söz konusu. Diğer bir ifadeyle bu göçler organize ve planlı göçler değil. Antakya dışındaki akrabalara geçici sığınma niteliğindeki göçler. Bu göçler aile fertleri ve Türk halkı arasındaki sosyal dayanışmanın da bir göstergesi. Ancak, ‘yere yurda sığamayan’ Hataylılar göçebe hayatına mahkûm edilmiş gibi acı içinde yaşamlarını idame ettiriyorlar.

Böyle bir göçün sebepleri ortadan kalktıkça geri dönüşler kaçınılmaz olur. Antakyalı-Hataylı kentini kültürünü bırakamaz, aidiyet duygusu çok yüksektir. Dolayısıyla, şu an Antakya-Hatay’da var olan yetersiz barınma, açlık, içme suyu, yetersiz eğitim, hijyen ve sağlık, işsizlik, gelir elde edememe, hayatını idame ettirememe, çocukların eğitimi gibi zorluklar ve riskli ortamlar sona erdikçe, yani göçü doğuran nedenler ortadan kalktıkça aidiyet duygusuyla Antakya’ya geri dönüşler de artar. Buna karşılık, Antakya’da yeniden bir hayat kurmaktansa, iş, aile ve eğitim gibi nedenlerle geçici göç edilen şehirlerde yeniden bir hayat kurmayı tercih edenler de var. Geri dönmeyecek olanlara, depremde hayatını kaybedenlerin sayısı eklendiğinde Antakya’nın demografik özelliklerinin ve kültürel yapısının önemli ölçüde değişme riski mevcut. Bu risk; ekonomik ve sosyal gelişmeyi durduracak hatta geriye çevirecek ölçekte ve çok büyük. Antakya kültürü Antakya’nın yaşayan ruhudur. Can çekişiyor. Bu nedenle korunması gerekir!

Hatay için hazırlanması gereken bölgesel kalkınma planı ve Hatay’ın kalkınmada öncelikli yöre ilan edilmesi sosyal refahın arttırılması ve yaşam standartlarının yükseltilmesi için bölgedeki ekolojinin, altyapı hizmetlerinin geliştirilmesini, sanayi ve ticaretin, tarımın geliştirilmesi için bölgeye ekonomik kaynak aktarılmasını, sosyal ve kültürel yaşamın geliştirilmesini kapsar. Böyle bir plan uygulaması geri dönüşleri teşvik eder ve hızlandırır.

Antakya’nın eski ve yerleşik ailelerinin (en az 15-20 yıldır Antakya’da yaşayan ailelerin) geri dönmeleri şartıyla gelirlerini artırıcı ve istihdamını arttırıcı politikalar izlenmesi geri dönüşleri hızlandırır. Örneğin; eski ve yerleşik ailelere belli bir süre sosyal gelir desteği ödenebilir. Eski ve yerleşik Hataylı istihdam edilmesinde özel vergi ve SGK indirimleri sağlanabilir. Hatay’a özel vergi indirimleri uygulanması iktisadi hayatı canlandırır, geri dönüşleri hızlandırır.

Antakya’ya dönenler ve yeni yatırım yapacaklar için özel yatırım teşvikleri, geri ödemesiz süresi olan, düşük faizli ya da faizsiz uzun vadeli krediler verilebilir.

Antakyalı esnaf için de cazip KOBİ teşvikleri ve uzun vadeli, ucuz kredi imkanları sağlanabilir,

Antakya’ya özel vergisiz ekonomik bölge, serbest ihracat bölgesi uygulamaları başlatılabilir.

Bölgedeki küçük çiftçilerin, tarımla hayvancılıkla uğraşanların korunması, teşvik edilmesi, üretim kooperatifleri kurulmasına öncülük edilmesi sadece bölgenin değil, Türkiye’nin sebze, meyve ve canlı hayvan ihtiyacının karşılanması bakımından da elzemdir.

Hatay’a geri dönüşlerdeki gecikme yetkililerin bölgedeki görevlerini ve sorumluluklarını ihmal ettiklerinin, başarısız olduklarının somut göstergesidir.

Bizler yukarıda yer verilen yönde uygulamalar beklerken, bizlerde hayal kırıklığı yaratmış olan Cumhurbaşkanlığı’nın 24.02.2023 tarih ve 126 sayılı kararnamesine göre; kesin iskân alanlarını doğrudan doğruya Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı belirliyor. Anayasamızdaki mülkiyet hakkı, Orman Kanunu, Mera Kanunu, Tapu ve Kadastro Kanunu, İmar Kanunu’ndaki hükümler askıya alınıyor. İskân bölgesindeki konutlar için kamulaştırma kararı alınıyor. Mera ve ormanlar konut inşaatına açılıyor. İmar onayı beklenmiyor. Yerli ve yabancı kuruluşlar konut ve işyeri yapabiliyor. Plan ve parselasyon işlemlerinde askı, ilan ve itirazlara ilişkin hükümler uygulanmıyor ve alınan kararlara itiraz hakkı bulunmuyor. İnşaat hukuku askıya alınarak planlama, mimarlık, mühendislik süreçlerine ilişkin yasal düzenlemeler dışında hareket ediliyor. Depremin yarattığı kaos sonlandırılmadan yeni bir kaosun kapısı açılıyor. Yukarıda özet olarak yer verdiğimiz gerekçelerle yeni afetlere yol açacak olan yerleşme ve yapılaşmaya dair kararnamenin iptal edilmesini kamuoyunun görüş, öneri ve beklentilerinin, yapılaşma ile ilgili yasa hükümlerinin ödünsüz olarak dikkate alınarak uygulanması ve bir daha millet olarak yaşadığımız bu acıları yaşamamız gerektiği kanaatindeyiz. Rant odaklı olan, ranta, spekülasyona ve manipülasyona açık olan hukuki düzenlemeler, ihaleler depremin yararlarını sarmaz, çözüm olmaz. Aksine yeni sorunlar yaratır. Hatay’a geri dönüşlere ilişkin politika önerilerimize izleyen bölümde yer verilmektedir.

 

  1. HATAY Kalkınmada Öncelikli Yöre (‘KÖY’) İlan Edilmelidir

Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinden biri ‘sosyal bir hukuk devleti’ olmasıdır. Bireysel hak ve özgürlüklerimizi sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel amaç ve görevlerindendir. Temel haklardan biri olan mülkiyet hakkı, ancak ‘kamu yararı’ amacıyla kanunla sınırlanabilir ve mülkiyet hakkı toplum yararına aykırı olarak kullanılamaz. Devlet özel teşebbüslerin ülke ekonomisinin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun olarak, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır. Devletin kooperatifçiliğin geliştirilmesi, tüketicilerin, esnaf ve sanatkarların korunması, ekonomik hayatın işleyişini düzenlemek, gerektiğinde bu alana müdahale etmek gibi görev ve yükümlülükleri vardır.

Anayasamıza göre, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli organizasyonları yapmak devletin görevidir. Bu nedenlerle, ülkemizde tarihsel olarak, mevcut bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılması, bölgesel ve mekânsal nitelikleri de dikkate alan yatırım politikalarının tespit edilerek rasyonel ve etkin kaynak kullanımının sağlanması, ekonomik gelişmenin ülke sathında dengeli şekilde gerçekleştirilmesi için bölgesel gelişme politikalarına özel bir önem verilmektedir.

Bölgelerarası gelişmişlik farklarının dengeli bir yapıya kavuşturulması, bölgesel ve yerel kalkınmanın hızlandırılması, sürdürülebilir dengeli bir gelişmenin sağlanması ve bütün bölgelerimizin ulusal kalkınmaya katkısının artırılması için hayata geçirilen politikaların en önemli referans kaynakları tarihsel olarak bölgesel gelişme planları olmuştur. Örneğin, 1989-2002 yılları arasında aktif olarak uygulanan, halen dahi kalkınma ajansları programlarıyla desteklenen GAP Projesi gibi.

Bölgesel kalkınma projeleri; yatırım teşvikleri, cazibe bölgesi ilan edilmesi, kalkınmada öncelikli yöre (KÖY) politikaları, AB ve Türkiye ortak finansmanı ile desteklenen bölgesel kalkınma hibe programları, organize sanayi bölgeleri (OSB) ve küçük sanayi siteleri (KSS) yapımı, KÖYDES, BELDES programları ve kırsal kalkınma projeleri gibi çeşitli politikalarla desteklenmektedir. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), bünyesindeki enerji ve sulama yatırımlarına harcanan kaynak dikkate alındığında bölgesel gelişme alanında Cumhuriyet tarihinin en büyük projesidir. 6 Şubat ve 20 Şubat Depremlerinin yıkım yarattığı bölgenin büyük kısmı GAP alanı (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak) içinde kalmaktadır-projenin kazanımlarından vazgeçmemek için GAP’ın deprem bölgesinin tamamını kapsayacak biçimde güncellenmesi, yenilenip, genişletilerek uygulanması gerekir. Çünkü GAP, bölgenin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek, bölgede yaşayan insanlarımızın gelir düzeyini ve yaşam kalitesini arttıran, bölgelerarası farkları gideren ve ulusal düzeyde ekonomik gelişme ve sosyal istikrar hedeflerine katkıda bulunan ve ülkemizi uluslararası alanda markalaştıran oldukça başarılı bir bölgesel kalkınma projesidir. Keza, yaşanan deprem felaketi bölgesel kalkınma ihtiyacını, istikrarlı ekonomik büyüme ve sosyal kalkınma bakımından ülkemizin en önemli ve en stratejik gündemi haline getirmiştir.

Bölgesel gelişme/kalkınma için; merkezi idarenin (CB, bakanlıklar) karar alıp uygulaması, yerel dinamiklerin, girişimcilerin ve potansiyelin öncelikli olarak desteklenmesi, yerel kurumsal kapasitenin geliştirilmesi, ziraat dahil, kırsal kesimde de kalkınmaya önem verilmesi gerekir.

Bölgesel kalkınma kısaca aşağıda yer verilen stratejik amaçlara hizmet eder ki Hatay’ımızın ihtiyacı tam da budur:

  • Ekonomik Kalkınmanın Gerçekleştirilmesi
  • Sosyal Gelişmenin Sağlanması
  • Altyapının Geliştirilmesi
  • Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi

Yukarıda özetlediğimiz hususlar esasen hükümet programlarında, kalkınma planlarında ve programlarında detaylı olarak yer almaktadır. Keza, AB müktesebatına uyum ve AB fonlarının kullanımı bakımından, bölgesel gelişme, küresel standartlara uyum politikası oldukça önemlidir. Ülkemizin her bölgesinin tamamlayıcılık, entegrasyon ve iş birliğini güçlendirmek; ekonomimiz içindeki rol ve fonksiyonunu artırmak, bölgesel ve küresel etkinliğini geliştirmek, sosyal, kültürel ve ekonomik dengesizlikleri gidererek, ülkemizin birlik ve bütünlüğünü güçlendirmek hükümetlerin öncelikli görevleri arasındadır.

KADOP’a göre; 6-20 Şubat 2023’te yaşanan büyük deprem felaketi deprem bölgesinin yeniden ayağa kaldırılmasını ve kalkındırılmasını, bu amaçla tarım, sanayi, ulaştırma, eğitim, sağlık, enerji, kırsal ve kentsel altyapı yatırımları yapılmasını, iş imkanları yaratılmasını, yerel dinamiklerin teşvikli kredi ve kolay finans imkanlarına kavuşturulmasını, yerli ve yabancı büyük yatırımcıların davet edilmesini en öncelikli ekonomik ve sosyal hedef haline getirmiştir.

Sadece Hatay’da değil, tüm deprem bölgesinde kalkınmada öncelikli yöre (KÖY) uygulaması; ekonomik büyüme, sosyal gelişme ve istihdam artışı sağlayarak bölgede yaşayan vatandaşlarımızın refah, huzur ve mutluluğunun arttıracaktır. KÖY kapsamında uygulanacak programlarla bölgede işgücünün niteliği artırılarak, işgücüne katılma oranı ülke ortalamasına yaklaştırılır. Ayrıca, özel ve kamu yatırımlarının artırılması ve ekonomik hayatın canlandırılması sonucu bölgedeki toplam istihdam artırılarak bölge genelinde işsizlik sorunu çözülür. Yeni eğitim ve sağlık tesislerinin yapımının yanı sıra mevcutların donanım ve personel ihtiyacı karşılanarak eğitim ve sağlık göstergeleri yeniden Türkiye ortalamasına getirilir. Bölge genelinde okul öncesi eğitimde, ilköğretim ve ortaöğretimde, mesleki eğitimde okullaşma oranı yeniden artırılır. Bölgedeki sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla hastane sayısı ve yatak sayısı yükseltilir. Bebek, çocuk ve anne ölüm oranları gibi temel sağlık göstergeleri yeniden iyileştirilir. Bölgede mevcut ve kurulabilecek üniversitelerin kampüs altyapıları geliştirilerek ilave öğrenci kapasitesi oluşturulması mümkün hale gelir. Kalkınmada öncelikli yöre (KÖY) ilan edilmesi halinde, Hatay’da ve deprem bölgesinde planlanan yatırımların tamamlanması sonucunda ulaşım altyapısı ile içme suyu, kanalizasyon, katı atık gibi kırsal ve kentsel altyapı ihtiyaçları da eskiden olduğu seviyelerde ve daha iyi olarak karşılanır. Bölgenin turizm altyapısının iyileştirilmesi, turizm çekim merkezlerinin yeniden canlandırılması ve turizmin çeşitlendirilmesi yoluyla, turizmin kent ve bölge ekonomisi içindeki payı yeniden yükseltilir. Tarımda verimlilik artırılarak tarıma dayalı sanayinin rekabet gücü yeniden ve daha çok geliştirilir ve bölge ihracatı yeniden ve daha çok artırılır.

HATAY’ın ve deprem bölgesinin kalkınmada öncelikli yöre (KÖY) ilan edilmesinden beklenen sonuçların elde edilebilmesi için aşağıdaki hususların da özellikle dikkate alınması gerekir:

Hatay’ın ve bölgenin gelişme politikaları ve uygulamaları öncelikle yerel dinamiklere ve içsel potansiyele dayandırılmalıdır.

Özel sektörün ve yerel halkın ve toplumun katkı ve katılımı esas alınmalıdır.

Planlama, programlama ve uygulama aşamalarında merkezi idare, yerel idareler, meslek odaları, sivil ve sosyal platformlar arasında iş birliği, dayanışma, koordinasyon sağlanmalıdır.

Uygulama öncelikleri gelişme potansiyeli ve katma değeri yüksek alanlardan düşük olanlara doğru farklılaştırılmalıdır.

Kentsel gelişme bakımından cazibe merkezleri teşvik yaklaşımı tam olarak esas alınıp, uygulanmalıdır.

‘KÖY’ ilan edilecek Hatay’a ve bölgeye sağlanacak ekonomik ve sosyal destekler seçici olarak kendine yeterli olabilecek-gelişebilecek alanlara yönelmelidir. İktisadi destek ve kaynak tahsisinde, kullanımında detaylı zaman-eylem planı olan projelere öncelik verilmelidir.

Yerel yönetimler uygulama ve koordinasyon konusunda kısıtlanmamalı ve gerekli yetki, rol, görev ve sorumlulukları almaları sağlanmalıdır.

Üretimi, verimliliği ve kaliteyi artırmayı sağlayacak yenilikçi projeler, organizasyon ve finansman modelleri daha kolay ve daha fazla teşvik edilmelidir.

Sürdürülebilir ekonomik ve sosyal istikrarı sağlamak üzere KÖY ilan edilmesi halinde, Hatay’da ve diğer deprem bölgelerinde yeni iş imkanları yaratılarak sosyal refahı arttırmak, iş ortamlarını ve piyasaları iyileştirici önlemleri almak, bölgenin sınır ülkeleri ile ekonomik ilişkilerini ve ihracatını arttırmak, işgücü piyasalarını arz ve talebe uygun olarak yeniden oluşturmak ve işsizliği önlemek, işgücü verimliliğini arttırıcı mesleki kurs ve eğitimlere önem vermek, bölgedeki işletmelerin rekabet güçlerinin yükseltilmesini desteklemek, kamu hizmetlerini ve altyapı hizmetlerini geliştirmek ve bunlar için, bölgeye yeni yatırımlar yapılması için uygun teşvik araçları sağlamak böylece bölgenin cazibesinin artırılmasına  ağırlık vermek gerekir.

Beşerî sermaye/insan kaynakları Hatay’ın ve deprem bölgesinin ayağa kaldırılması için olmazsa olmaz önemdedir. Dolayısıyla, gençlerin mesleki ve teknik yetkinliğini ve becerilerini artırarak istihdam imkânı bulmaları sağlanmalı, Hatay’da ve deprem bölgesinde nitelikli, becerikli, özgüveni yüksek, iletişime ve yeniliğe açık girişimci genç nüfus yetiştirilmelidir. Bu bakımdan, özel sektör, üniversite ve kamu arasında iş birliğinin güçlendirilmesi, idari düzenlemelerde aksaklıkların giderilmesi, bölgeye ve bölgesel kültüre uygun yaşam, iş ve çalışma koşullarının oluşturulması gerekir.

KÖY ilan edilmesi gereken Hatay’da ve deprem bölgesinde istihdam alanı üreten, yoksulluğu ve gelir dağılımındaki dengesizliği azaltan mikro, küçük ve orta ölçekli işletmelerin ve ekonomik faaliyetlerin, yeni sanayilerin desteklenmesi; ulusal, bölgesel ve küresel piyasalara ulaşma imkanlarının artırılması; personel, teknoloji ve enformasyon gibi kaynaklara erişimin kolaylaştırılması; stratejik ve önceliği belirlenmiş teknoloji kalkınma modellerinin teşvik edilmesi özel önem taşımaktadır. Tarım, organik tekstil ve konfeksiyon, yenilenebilir enerji ve turizm gibi alanlar gelişmeye açık alanlardır. Bu bakımlardan bölge üniversiteleri desteklenmeli ve güncel nüfus analizleri yapmak için özendirilmelidir. Kamu üniversiteleri sivil ve sosyal platformlar ile iş birliği yapmak konusunda özendirilmelidir. Köylülere toprak verilmesi, köylere temel hizmet yatırımlarının götürülmesi, hayvancılığın özendirilmesi ve geliştirilmesi, balıkçılığın, arıcılığın geliştirilmesi gerekir.

Özel, kamu ve sivil toplum kuruluşları iş birliğine dayalı kurumsal çerçevede kamu hizmetlerinin etkin olması, sanayinin, KOBİ’lerin, esnaf ve sanatkarların desteklenmesi, enerji maliyetlerinin azaltılması gerekir.

‘KÖY’ ilan edilmesi gereken Hatay’ın kamu kaynakları yanında, özel sektör kaynakları, kamu-özel ortaklığı modelleri ve doğrudan yabancı yatırımlar çeşitlendirilmiş finansman yöntemleriyle desteklenmesi gerekir.

Bölgesel gelişmeyi ve çevre korumayı esas alan güçlü fiziki altyapı, kültür, sanat ve spor faaliyetleri gibi bireylerin temel sosyal altyapı ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik ve sosyal ortamın oluşturulması da önemlidir.

Bireysel yeteneklerin ve beşerî sermayenin kalitesinin artırılmasını özendiren, etkin orta ve yüksek öğretim kurumlarını, araştırma ve uygulama birimlerini, vasıf ve meslek kazandırmayı, çalışmaya yönelik etkin motivasyonları, işgücü esnekliğini ve istihdamı artırmayı amaçlayan beşeri sermaye modelinin desteklenip geliştirilmesi gerekir.

‘KÖY’ ilan edilmesi gereken Hatay’da ve bölgede görev yapan kamu yöneticilerinin, yerel meslek kuruluşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin, bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzey yöneticilerinin, il milletvekillerinin, üniversitelerin katılımıyla el birliği içinde çalışmalar yapması gerekir. Kamu görevlilerinin özlük haklarının iyileştirilmesi gerekir.

Hatay’ın kalkınmada öncelikli yöre ilan edilmesi ve yukarıda yer verilen önceliklerin bir an önce hayata geçirilmesi Hatay için elzemdir. Ayrıca, deprem nedeniyle göç edenlerin Hatay’a geri dönüşlerini hızlandırılması için bu kapsamda bir bölgesel planlama, ekonomik ve sosyal kalkınma hamlesi ihtiyacı vardır. Başta HATAY olmak üzere deprem bölgesinin kalkınmada öncelikli yöre (KÖY) ilan edilmesi ile ilgili hususlar ve çalışmalar KADOP’un öncelikli ilgi alanları arasındadır.

 

  1. 126 Sayılı CB Kararnamesinin Etkileri Üzerine Değerlendirmeler

Olağanüstü hâl ve acil eylem gerekiyorsa; geçen 10 ay içinde Hatay’da ne yapıldı? Hangi sorunlar çözüldü? Önce bu sorulara yanıt bulmak gerekiyor.

6 Şubat 2023 ve 20 Şubat 2023 tarihlerinde gerçekleşen Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerden etkilenen bölgelerde uygulanmak üzere yayınlanan 23 Şubat 2023 tarih ve 126 no`lu "Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi" kırsal – kentsel yerleşimlerin arazi tahsislerinin ve yapılaşmasının hızlı olması için yasal zorunluluk olan plan çıkması beklenmeden ve imar uygulamalarına uyulmadan işlem yapılmasına imkân tanımaktadır. Oysaki; planlama olmaksızın kentsel tasarım olmaz, deprem yaraları sarılmaz. Planlama olmaksızın yeni afetlere karşı hazırlık yapılmaz. Planlamanın olmaması bilime ve sanata dayalı etik yapılaşmadan uzaklaşılması, kamu yararının gözetilmemesi anlamına gelir. Çok yönlü, çok boyutlu ve bütüncül planlama uygulaması yoksa, afetlere dirençli kent inşa edilemez. Zira, bütüncül olarak ele alınması gereken kentsel ve kırsal alanların doğal, kültürel ve ekonomik miraslarının korunabilmesi, tarım ve sanayi üretiminin yeniden canlandırılabilmesi planlama çalışmalarının temelini oluşturur. Başarılı planlama uygulamalarıyla bölge halkının yerinde kalması sağlanarak, toplumsal ve mekânsal bellek ile kültürel miras korunarak, doğayla uyumlu, iklim değişimine dirençli, kentsel ve kırsal alanın üretim yapılarını gözeten, yerele özgü uygun çözümler sunan ve ekonomik yeniden canlanmanın altyapısını kuran bir yaklaşım benimsenmelidir.

Aynı kararnameye göre yapım işlerinde arsa temin edilmeden, mülkiyet, kamulaştırma ve gerekli hallerde imar işlemleri tamamlanmadan ve uygulama projeleri yapılmadan ihaleye çıkılabilir. İmar planı askı sürecinin ortadan kaldırılması, bölgedeki taşınmaz sahiplerinin yasal ve yönetsel itiraz haklarının askıya alınması anlamına gelir -ki bu en hafif deyimle anayasal hak olan özel mülkiyet haklarının kısıtlanması anlamına gelir.

Deprem sonrası kentsel tasarımı ve yapılaşmayı sadece zamana ve bina inşaatına indirgemek yeni felaketlere davetiye çıkarmak anlamına gelir. Oysaki; Antakya-Hatay’daki acil ihtiyaç geçici göçlerin geri dönmesinin sağlanarak normal yaşama dönülmesi için geçici barınma yerlerinin kurulması ve temel fizyolojik ihtiyaçların giderilmesidir. Bu yapılırken kalıcı konutlar için mekânsal, sosyal ve hukuksal alt yapı oluşturularak uzun vadeli planlama sürecinin başlatılması gerekmektedir. 

126 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine göre; kadastrosu dahi yapılmamış, imar planı olmayan alanlar, Orman Kanunu’na tabi orman alanları ile ve Mera Kanunu’na tabi alanlar, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından geçici ve kesin yerleşim sahaları için yapılaşmaya açılmaktadır. Kadastro Kanunu, İmar Kanunu, Orman Kanunu, Mera Kanunu ile Medeni Kanun (mülkiyet hakları) askıya alınarak (!), idari işlem yapma yetkisi Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na verilmektedir. Bakanlık depremzede yurttaşlarımızın mülkiyet ve imar haklarını başka alanlara aktarılabilecek, sahip oldukları taşınmazların cins ve paylarını değiştirebilecektir. TOKİ ile birlikte deprem bölgelerinde acele kamulaştırma yapılabilecektir. Deprem bölgesindeki enkaz atıklarının döküm yetkisi valiye verilmiş, atık sahaların tespiti her tür belgeden muaf tutulmuş, halk sağlığı ciddi risk tehdidi altına alınmıştır. Meslek odalarının, bölge halkının katılımına ve itiraz etme haklarına kapalı olan, kim, ne, niçin, nasıl, nerede, ne zaman sorularına yanıt vermeyen, acil barınma ihtiyacı ile sağlıklı ve afete dirençli kentleşme politikalarını birbirine karıştıran, idari kararlarla plansız ve hukuksuz yapılaşmanın önünü açan yeni sorunlara davetiye çıkaran bu durum, yetki ve uygulamalar Anayasamıza aykırıdır. Depremin yarattığı sorunları çözmeksizin yeni sorunlar yaratılıyor. Sorunların gerçek ve samimi çözümü için tüm toplumsal dinamikleri harekete geçirerek, bilime, sanata ve hukuka uygun planlama ve çok disiplinli uygulamalar yapılarak birlikte sinerji yaratılması gerekir.

 

  1. İnşaat Mühendisliği Bakımından İlkesel Bazı Değerlendirmeler

M.Ö. 4000 ve MÖ 2000 yılları arasında Antik Mısır ve Mezopotamya bölgelerinde barınak yapımı ihtiyacı doğduğu sıralarda başlamış olabileceği düşünülen İnşaat Mühendisliği; malzeme ve tekniği en iyi şekilde bir araya getiren, yapıların plan, proje, yapım ve denetlenmesiyle uğraşan temel mühendislik dalıdır. İnşaat mühendisliği geniş bir alanı kapsadığından her türlü bina, baraj, havaalanı, köprü, yol, su kemerleri, liman, kanalizasyon, su şebekesi, tünel, konvansiyonel ve yüksek hızlı demiryolu projeleri, metro vb. hizmet ve endüstri yapılarının planlanması, projelendirilmesi, yapımı ve denetimi konuları ile ilgili eğitim ve araştırma yaparak çeşitli dallarda uzmanlaşma gereği duyulan bir meslektir. Bu alanların başlıcaları, çevre mühendisliği, geoteknik, belediye ya da kentsel mühendislik, kıyı mühendisliği, ölçme bilgisi, yapı mühendisliği, temel mühendisliği, su mühendisliği, malzeme bilimi, ulaştırma mühendisliği vb. konulardır. Geniş çaplı bir meslek olması nedeniyle tarih, malzeme bilimi, coğrafya, jeoloji, toprak, hidroloji, çevre, mekanik gibi çok kapsamlı bir mesleğe sahibiz ve bunun gereğini yapmakla mükellefiz, yaptıklarımızdan da sorumluyuz. Yaşadığımız bütün bu afetlerin ve sebep olduğu acıların temelinde; inşaat mühendisliğinin tanımının, anlamının ve mühendislere yüklediği esas görevlerin iyi kavranamaması, paranın ve siyasi iradenin getirdiği çarpık düzenin bu çok değerli kavramın önüne geçmesi ve sorumsuzluk yatmaktadır. Nitekim bize, izleri hiçbir zaman silinmeyecek derin acılar yaşatan bu depremde; yetersiz bilgi sahibi, tecrübesiz, liyakatsiz kişilerin sorumsuzca yanlış uygulamaları yüzünden inşaat mühendisliği maalesef bütün dallarında enkaz altında kalmıştır. Bunun sonucu olarak deprem; yüz binlerce yapının yıkılarak yüzbinlerce insanın ölümüne, yüzbinlerce insanın yaralanmasına, milyonlarca insanın evsiz, şehirsiz, işsiz kalmasına, dağılan aileler ve yıkılan ocaklar nedeniyle milyonlarca insanın çok uzun yıllar sürecek travmasına ve ekonomi olarak da 150 milyar USD’lık bir kayba sebep olmuştur. Tüm bu acılar, mühendislik kuralları, yasalar doğru insanlar tarafından doğru uygulandığı zaman sona erecektir. Antakya’nın, KADOP’un düşündüğü anlamda yeniden ayağa kalkarak yapılanması, umarım 15 Mayıs’ta yeniden doğacak Türkiye’de vücut bulacaktır. Bunun için sorumlu, ilkeli inşaat mühendisliği adına yapılması ve yerine getirilmesi gereken hususlar; 1) Mevcut sistemin cepleri dolduracak haksız kazanca yönelik işlerini kolaylaştırmak için yerle bir ettiği mühendislik ve fen kurallarının yeniden elden geçirilerek düzenlenmesi ve asla taviz verilmemesi gereken yönetmelik, yasa ve yetkilerle TMMOB’nin yeniden güçlendirilerek yeniden sahaya sürülmesi gerekmektedir. 2)Tüm mühendislik kurallarının para hırsı nedeniyle ihlal edildiği ve her şeyin siyasileştirildiği Belediye İmar Yasalarının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Liyakatsiz kişiler İmar Müdürlüğü gibi çok kritik görevlere getirilmemeli, kadroları çok dikkatli seçilmelidir. 3)İnşaat yapma yetkisi yalnız inşaat mühendislerine ait olmalıdır. Müteahhitlik belgesine sahip mühendisler, kendileri bizzat işin içerisinde değilse belgelerini asla kiraya verememelidir. Mühendislik ve fen kurallarını hiçe sayarak yapılarını tehlikeye soktuğu belirlenen mühendisler için bir kara liste oluşturularak bunların lisansları iptal edilmeli, meslekten menedilmeli ve yargıya taşınmalıdır. 4)Yapı denetim şirketleri, bu işi en iyi şekilde çözmüş ülkelerde olduğu gibi denetledikleri inşaatların olası felaketlerde görebileceği mali zararı karşılayabilecek miktarda bir teminat mektubunu verebilecek güç ve yeteneğe sahip olmalıdır. 5)Yapılacak master planda şehir zonlara ayrılarak, tarihin gözler önüne serildiği açık hava müzesinin, eski Antakya kültürünün ve el sanatlarının sunulacağı çarşıların yer aldığı bir “Downtown” (şehir merkezi) yaratılmalıdır. 7)Yine eski Antakya evleri mimarisine sadık kalınarak sıvılaşma riskinin yüksek olduğu alüvyon bölgesinin dışında, zemin etütleri yapılmış dağın eteklerine yapılacak iki katlı ve mümkünse birkaç tipten oluşan projeleri hazır evlerden oluşmalıdır. Söz konusu evler; California/ABD evleri gibi taşıyıcı sistemleri çelik ve ahşaptan, duvarları sağlam hafif yapı elemanlarından meydana gelmelidir. 8)İşyeri olarak planlanacak zonlara, maksimum 4 katlı (kat yükseklikleri geoteknik ve statik proje çalışması sonucu netleşecektir) yaygın mimari olarak tasarlanacak binalar için ise, bitişik nizamdan kesinlikle kaçınılmalı ve birbirine asla yaslanmayan ayrık nizam imar adalarına yapılmalıdır. 9)Siyaset uğruna çarpık yapılaşmanın esasını oluşturan gecekondulaşmaya asla izin verilmemelidir. 10)Sahibi olduğu muhteşem tarihi geçmişi, üç semavi dinin buluştuğu ve inançlarını özgürce yaşadığı kültürel ve sanatsal değerleri, özgün yaşam biçimi ile dünyanın en önemli turizm merkezlerinden birisi haline getirilmesi için zonlardan oluşan bir turizm master planı yapılmalıdır. Ayrılan zonlara turizm yatırımı yapmak isteyen yatırımcıların devletle ilişkilerinin sürdürülebilmesi, alt yapı, üst yapı ve işletmeden kaynaklanan muhtemel sorunlarının çözümü ve birlikte hareket gerektiren aktivite vb. konular için kuruluş şeması, çalışma prensibi tarafımızdan belirlenecek bir “Antioch/Antakya Tourism Investors Association” adını taşıyan bir birlik kurulmalıdır. 11)Yerleşik bölgenin en önemli ve en büyük muhtemel sorunu olan hastalık taşıyıcı sivrisinek, karasineklere karşı entegre vektör mücadelesinin yapılabilmesi için bir üniversite ile birlikte bilimsel proje çalışması yapılacak ve entegre vektör mücadelesi ekipleri kurulmalıdır. 12)Antakya’nın doğal halinin-dokusunun korunmasına özel önem verilmelidir. Bu kapsamda suyu akılcı yönetmek, sağlıklı kentsel ortamlar yaratmak için bitki örtüsü, toprak ve doğal döngülerden faydalanan kentsel ihtiyaçları, iklim değişikliği sorunlarına uyum sağlayarak çözmeye yarayan bir ağ türü olan çevreci alt yapı ve arıtma tesisleri yapılmalıdır. Bu anlamda; gerek Antakya’nın can suyu Asi’den gerekse tüm yerleşim zonlarından arıtma tesislerine gelecek atık sular sistemde çok temiz hale getirilerek hem park ve bahçelerin sulamasında hem de turistik ve sosyal tesislerin peyzaj sulamasında sulama amaçlı olarak kullanılmalıdır. Böylece yeraltı su kaynakları ve doğa korunacak bu yöntemle ekonomik kazanç elde edilecektir.  13)Her yönüyle sürdürülebilir “doğa ve çevre dostu” bir proje hazırlanması halinde, The World Bank ve WTO (World Tourism Organization) gibi kuruluşlardan kredi temini mümkün olacaktır.

(İnşaat Mühendisi, Turizm Merkezleri Planlama, Strateji Geliştirme ve Yönetimi Uzmanı Sayın Muzaffer İSTER’e yukarıdaki özet görüş ve katkıları için teşekkür ederiz)

 

  1. Deprem ve Diğer Mühendislik Branşları Bakımından Bazı Hatırlatmalar

EMO üyesi olan yetkin dostlarımız Elektrik Mühendisleri Odalarının Antakya’nın elektrik altyapısı için destek vermeye hazır olduklarını bildirmişlerdir.

ELEKTRİK MASTER PLANI’nın hazırlanabilmesi için önce 1/5000 ve 1/2000 ölçekli Şehir İmar Planlarının hazırlanması gerekir. Bu planlarda konut bölgeleri ve nüfus yoğunlukları, ticari bölgelerin nicelik ve nitelikleri, küçük ve organize sanayi bölgelerinde sanayi tipi, rekreasyon ve açık hava müze alanları, parklar, yeşil alanlar vb. hususalar belirlenmiş olması gerekir.

İmar planlarındaki bu bilgilere bağlı olarak, iletim indirici trafo merkezleri ile orta gerilim dağıtım şebekesi, trafo yerleri ve alçak gerilim dağıtım şebekesi kablo yolları vb. detaylar tespit edilebilir.

Kısaca, özetlenen bu çalışmalar, imar planları şekillendiğinde, kapsamlı ve detaylı şekilde; yeni gelişen üretim-iletim-dağıtımın dijital şebeke ilkelerine bağlı olarak profesyoneller tarafından yapılabilir.

İmar Planları hazırlanırken, yolların, kaldırımların sık sık kazılmasını önlemek için; kanalizasyon, yağmur suyu, doğal gaz şebekesi, temiz su şebekesi, telefon, fiber optik kablo, orta ve alçak gerilim elektrik kabloları vb. tesisatın yol ve kaldırım güzergahında konumlarının önceden tanımlanması gerekir. Bu amaçla büyük kentlerde ana şebekeler için yeterli boyutta galeriler tesis edilebilmektedir. Yol ve kaldırımlardaki şebeke konumları planlanırken;

  • En altta, yol ortasında kanalizasyon (mümkünse -3 m kotunda),
  • Yağmur suyu gideri ayrı tesis edilecek ise, kanalizasyon kotunda,
  • Yolun iki kenarındaki mazgalların yağmur (ya da kanalizasyon) sistemine bağlanması,
  • OG-AG ve iletişim kablolarının her iki kaldırımda döşenmesi. Gerekli mesafelerde kablo menholü tesisi.
  • Yol atlamalarında en az 8 adet basınca dayanıklı PVC boru döşenmesi.
  • Elektrik ve iletişim kablo menhollerine su dolmasını önlemek için yağmur suyu sistemine bağlanması,
  • Trafo merkezlerinin su almayacak kotta tesisinin sağlanması,
  • Elektrik kablolarının doğrudan toprağa döşenmesi (kablo derating), iletişim kabloları için uygun sayıda kondüit (basınçlı boru) döşenmesi sağlanması

Gerekir.

(Elektrik Mühendisi Sayın Muammer ARGUN’a talep ettiğimiz bu özet-basit görüş ve hatırlatmaları için teşekkür ederiz)

 

Deprem Sonrasında ANTAKYA’nın Kalkınma Programına Göre Mühendislik Bakımından Yapılması Gerekenler Hakkında Bazı Değerlendirmeler

6 Şubat 2023 Tarihinde başlayan ve halen artçıları devam etmekte olan depremler neticesinde fiziki olarak yıkılan ya da kullanılamayacak hale gelen yapılar nedeniyle Antakya başta olmak üzere tüm deprem bölgesinde büyük can kayıplarının yanı sıra büyük yapı kayıpları da yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir.

Başta Antakya olmak üzere şehirlerimizin yeniden ayağa kaldırılması ve yeniden yaşanacak yerler haline getirilmesi için mimar ve mühendislerin üzerine düşenler, yapılması gereken planlamalar ile aktivasyonlar aşağıda sırasıyla ve basit-kolay anlaşılır bir şekilde belirtilmektedir. Ancak, mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin kanunlara ve ilgili mevzuata uygun biçimde sunulması şarttır.

1 – Şehirlerimizin Planlanması

Özellikle Antakya başta olmak üzere bu işi ve Antakya’mızı çok iyi bilen konusunda uzman şehir plancısı meslektaşlarımızın katkılarıyla yeniden kurulum projelerinin hazırlanmasıdır. Tarihi, kültürel, dini, sosyal, uluslararası koruma altına alınmış yapılarımızı da mevcut yerlerinde yeniden ayağa kaldıracak şekilde şehir planlarımızın yapılması gereklidir.

2 – Zemin Etüdü İşlerinin Yapılması

Şehir planlaması yapılırken ve yapılar yeniden planlanırken mutlaka öncelikle zemin etütlerinin detaylı bir şekilde yapılıp, raporlarının hazırlanması ve yerleşim yerlerinin şehir planlamasının da bu değerler dikkate alınarak hazırlanması gerekir. Yapılacak binaların temelleri yine zemin raporlarına göre teknik tedbirler alınarak projelendirilip uygulamalarının yapılması gerekir. Eğer, zemin etütleri sonucunda yapılacak binaların ekonomik maliyetlerinin çok fazla artacağı ve maliyetlerinin binanın kullanım değerinin-faydasının üzerine çıkacağı anlaşılırsa, o arsaya bina yapılmaktan vazgeçilmesi, arsanın başka türlü, yeşil alanlar vb olarak değerlendirilmesi daha uygun olabilir.

3 – Yapıların Kullanım Amaçlarına Göre Projelendirilmesi

Proje işleri TMMOB ve ilgili kamu kuruluşları tarafından uzmanlıkları belgelenmiş tecrübeli proje ofislerince yapılmalıdır. Konu proje ofislerine gelmişken inşaat sektörünün her kademesindeki yozlaşmaların ve mimar-mühendis camiasının emeklerinin değersizleştirilmesinin de önünün kesilmesi gerekmektedir. Bu konu, yukarıda 1’inci ve 2’nci maddelerde belirttiğimiz şehir planlamacıları ve zemin etüdü yapan jeoloji mühendisi meslektaşlarımızın emekleri için de geçerlidir. Özellikle inşaat sektöründe çalışan mimar ve mühendislerimizin emeklerinin karşılığını almalarını sağlayacak düzenlemeler yapılarak daha çok mühendisin daha çok ve kaliteli vakit ayırmalarının sağlanması gerekir. Mevcut sistemde inşaat sektöründe çalışan mühendislerimizin büyük bir bölümü neredeyse asgari ücret alarak çalışmak zorunda bırakılmışlardır. Böyle bir uygulama da kaliteyi düşürmektedir. Sonuçta mühendisler yalnızca kağıt üzerinde kalmışlar sahaya inemez haldedirler ve ülkemizde lokomotif sektörlerden biri olan inşaat sektöründe kalite düşünce malzeme kayıpları, enerji kayıpları, iş gücü kayıpları nedeniyle ülke ekonomimize büyük kayıplar yaşatılmaktadır. Neticede iyi projelerle sağlam, dayanıklı, ekonomik ve estetik binalar yapılabilir. Ayrıca, binaların yapılacağı şehirlerin sosyal yapısına da uyumlu olması ve bulunduğu şehrin yapısal özelliklerini temsil etmesi gereklidir.

4 – Yapı Denetim Sistemi Aşaması

Ülkemizde yürürlükte olan 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükümlerine göre, yapı denetimi özel olarak kurulmuş yapı denetim şirketleri tarafından yapılmaktadır. Ancak, kanunda ve uygulama aşamasında zaman zaman yapılan çeşitli değişikliklerle sistem işlemez bir haldedir. Her şeyden önce 4708 Sayılı Kanun ve yapı denetim şirketleri gerçekten denetim yapabilen kurumsal yapılar haline getirilmelidir. Sektörde çalışan mühendislerin çalışma koşulları düzeltilerek sistemi çalışır hale getirmek şarttır. Yapı denetim şirketleri denetime zemin etüdü aşamasından itibaren başlamalı ve her aşamada bulunmalıdır.

5 – İnşaat Öncesi Kullanılacak Malzemelerin Belirlenmesi

İnşaat aşaması başlamadan önce binada kullanılacak tüm malzemelerin marka ve kalite onaylarının da ilgili kişi ve kurumlar ya da yapı denetim kuruluşları tarafından yapılması gereklidir. İnşaat aşamasında belirlenen bu marka ve kalitede malzemelerden başkasının kullanılmasına müsaade etmemek gereklidir.

6 – İnşaat Aşaması

İnşaat aşamasında uygulamayı yapacak kişi ve kurumlar belirlenirken konusunda uzman, ehil olmaları, daha önceden yapacakları binaya benzer işler yaptıklarını belirten iş bitirme belgelerinin olması ve banka teminat mektubu temin etmeleri gereklidir. Uygulamayı yapacak firmaların sahipleri mutlaka mühendis olmalı ve alt kadrolarında da işin yapılabilmesi için gerekli her branştan mühendisin bulunması şartı aranmalıdır. İnşaat aşaması da yapı denetim şirketleri tarafından denetlenmelidir. Ayrıca yapı denetim şirketlerini de denetleyen bir üst kurul oluşturulmalıdır. Bu üst kurul yerel yönetimlerin bünyesinde oluşturulabilir.

7 – Yapıların İnşaatlarının Tamamlanmasından Sonra İskana Uygunluk Aşaması

Yapıların inşaatları tamamlandığında oluşturulacak bir iskan komisyonu tarafından denetimi yapılarak iskana-kullanıma uygunluk belgesi verilmelidir. Ancak, yapı sahiplerinin de iskana uygunluk belgesinde onayının olmalı ve yapı ile ilgili aksaklıkların olmadığına ya da giderildiğine dair rızası alınmalıdır.

8 – Yukarıda Belirtilen Tüm Hizmetlerin Kişilere Yüklediği Hukuki Sorumluluklar

Yukarıda belirtilen ve 7 maddeden oluşan yapıların inşa edilme süreçlerinde yer alan, arsa sahipleri dahil, tüm kişilerin sorumluluklarının net olarak belirlenmiş olması ve oluşabilecek problemlerde herkesin kendi üzerindeki sorumluluklar oranında caydırıcılığı yüksek miktarlarda olabilecek cezalara çarptırılmaları konusunun hukuki boyutu da incelenerek yasalar çerçevesinde uygulamaya konulmalıdır.

Yukarıdaki 8 Madde Depremlerden sonra Antakya’nın yeniden eski günlerine kavuşmasını sağlamak amaçlı mühendislik uygulamalarının bir özetini kapsamaktadır.

(Makine Mühendisi Sayın Mehmet KUNT’a yukarıdaki özet görüş ve değerlendirmeleri için teşekkür ederiz)

 

  1. atayHatay’da Aktif STK ve Platformlar Arasında Dayanışma Konusunda Değerlendirmeler

Bilgi Üniversitesi-Türkiye Kültürleri Birleştirme Merkezi tarafından, 29.04.2023 cumartesi günü Hatay ve civarında faaliyette bulunan 40 civarında STK ve sosyal platform temsilcileriyle düzenlenen ‘tanışma ve dayanışma’ toplantısında bir araya geldik. Bölgenin sorunları, her oluşumun kendi amaçları ve yapılan çalışmaları hakkında bilgiler paylaşıldı. Bu kadar çok sayıda kurum, kuruluş ve organizasyonun ortaya çıkması ve kendi güçlerine göre yardım, destek ve katkı sunma gayretleri insanda saygı uyandırıyor. Her birinin kendine göre farklı uzmanlık alanı ve işlevi var.

Bununla birlikte, katılımcılar arasında örgütsüzlük-örgütlenme ve koordinasyonsuzluk sorununa karşı dayanışma içinde olunması gerekliliğine oldukça fazla vurgu yapıldı.

KKMD Kültürel Mirası Koruma Derneği temsilcisi Sn Eva Aleksandra Şarlak internet veya sosyal medya üzerinde ortak bir bilgi tedarik (iletişim) merkezi tabanı kurulmasını önerdi.

Biz de kültürleri birleştirmenin önündeki en büyük engelin; ‘kendini ötekileştirmek’ ve ‘başkalarını ötekileştirmek’ olduğunu, hiç kimseyi ötekileştirmeyenlerin kültürleri birleştirmek gibi bir çaba içinde olmasının gerekmeyeceğini, ancak yaşanan pratik nedenlerden dolayı kültürleri bir araya getirmek için özel bir metodoloji izlenmesi gerektiğini ve bunun saygıdeğer bir çaba olduğunu ifade ettik. Bu amaca hizmet eden dayanışma toplantısını yararlı bulduğumuzu bildirdik.

STK’lar, platformlar, odalar vs arası örgütsüzlük ve koordinasyonsuzluk sorununun çözümüne romantik ya da duygusal yaklaşmamak, ancak gerçekçi olmak gerektiğini, hayatın hızlı aktığını yakalamak-yaşamak için zamana ihtiyaç olduğunu ifade ettik.

Örgütsüzlük ve koordinasyonsuzluk sorununun gerisinde ”ego”, “gereksiz rekabet”, “samimiyetsizlik” gibi yaygın sorunların, kişiselleştirmelerin bulunduğunu bildirdik. Her oluşumun “önceliklerinin”, “faaliyet alanlarının”, “ilgi alanlarının”, “organizasyon yapılarının” farklı olduğunu, bu farklılıkların uygulamada da farklılıklar yaratmasının kaçınılmaz olduğunu söyledik. Örnek olarak; KADOP’un “yatay örgütlenme” (eşitlikçi organizasyon) biçimini seçtiğini bunun her STK veya platforma uygun olmayabileceğini vurguladık.

Kamuya-afetzedelere açık yapılan toplantı ve aktivitelerin “Hatay’ı unutmamak ve unutturmamak” için yararlı olduğunu ancak, “outdoor” olarak (dışarıda) gereksiz sıklıkta yapılanların insanları yorduğunu ve bundan kaçınılması gerektiğini, bunların ortak olarak-daha etkin-katılımcı biçimde organize edilmesi gerektiğini bildirdik.

Sonuç olarak, bir ortak payda ya da ortak şemsiye altında faaliyetlerde bulunmanın gerekliliğine ve zorunluluğuna vurgu yaptık. Hatay’ımız için ilk günden itibaren canla-başla çalışan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu yöndeki girişim ve çabalarını desteklediğimizi, İBB “şemsiyesi” ya da “ortak paydası” altında kendi kimlik ve karakterimizi koruyarak faaliyette bulunmaya hazır olduğumuzu, başka arayışa girmemek gerektiğini vurguladık.

Hatay için çalışan Platformlar ve STK’lar birlik içinde çalışacaklarını açıklamak için 9 Temmuz 2023 tarihinde Sarıyer-İstanbul’da toplandılar ve bir basın toplantısı yaptılar. Katılımcılar imza atarak, Hatay Sosyal Platformlar Birliği’ni (HSPB) kurdular. HSPB iş birliği içinde olmak isteyen hiç bir platformu ve STK’yı dışarıda bırakmadı.

HSPB; 9 Temmuz günü imza atmış-atamamış olan üyeleri proje, etkinlik bazında birlikte çalışmak ve katılım sağlamak ya da sağlamamak konusunda serbest bırakıtı. Böylece, HSPB Hatay için çalışan tüm platformların STK’ların proje, etkinlik bazında çalışmasına ve katılımına açık hale geldi. Genel ve isteğe bağlı, opsiyonel bir çatı oluşuma dönüştü. KADOP ve ASİ-DER HSPB’nin değişmez-öncü paydaşları olarak işleler üstlendiler.

 

  1. Hatay’da Yaşam Kalitesini Artırması Gereken Sürdürülebilir Uygulamalar Üzerine Değerlendirmeler

Hatay’ın biçimlenmesi ve gelişiminde doğru planlama ve tasarım; doğal kaynaklar ve kültürel varlıklar üzerindeki olumsuz etkileri minimize etmek için olmazsa olmaz önemdedir.

Antakya’nın sürdürülebilir kent olarak tasarlanıp planlanması; ekonomik ve ekolojik hedeflere ulaşılması, toplumsal refah düzeyinin yükselmesi, gelecek nesillere iyi bir mekânsal-kültürel miras bırakılması için gereklidir.

Doğal ve ekolojik, sosyal ve kentsel, psikolojik ve fizyolojik ihtiyaçlar ile güvenlik, ulaşım ve altyapı hizmetlerinin bilim ve sanatın ışığında bütüncül olarak ele alınması gerekir.

Antakya’da sürdürülebilir planlama için ‘depremsellik ve doğru zeminde doğru yapılaşma’ dikkate alınmalıdır. Ne yazık ki; deprem öncesinde geçerli olan ve yaşanan felakete davetiye çıkaran imar planları depremden sonra da yürürlükte kalmaya ve uygulanmaya devam edilmekte ve bu konudaki belirsizlikler ile çelişkiler, yetki karmaşası sürdürülmektedir. Rezerv yapı alanı olarak ilan edilen bölgelerde yerel yönetimlerin anayasadan ve yasalardan gelen yetkileri merkezi hükümete (ÇŞİDB) devredilmektedir. Yerinden yönetim ilkesi yok sayılmaktadır.

Antakya’da yeni yerleşim bölgeleri CBS (coğrafi bilgi sistemleri) teknolojileri kullanılarak belirlenmelidir.

Antakya’da depreme dayanıklı malzeme ve yapım teknikleri uygulanmalıdır.

Antakya için coğrafi bilgi sistemleri kullanılarak ekolojik-teknolojik kent modeli uygulanmalıdır.

Yetkililer Hatay’da yaklaşık 254 bin 195 konut yapılacağını bunların da 1+4 kat, 80.000 kadar bloklar halinde inşa edileceğini bildiriyor. Bu kadar çok blok ve konut nereye inşa edilecek? Bilmiyoruz! Bu kadar konutu inşa edecek sağlam zeminli alan var mı? Bildiğimiz kadarıyla yok. Narlıca, Altınözü, Yayladağı taraflarında zeminin daha sağlam olduğu bildiriliyor. Ama, TOKİ için alüvyonlu zemine sahip alanlarda Anayasaya ve yasalara aykırı kamulaştırmalar yapılıyor. Neden? Yetkililerden açıklamalar bekliyoruz. Hatay’da yapılaşmaya uygun alanları tespit etmek için hazırlanmış master plan, kentsel tasarım ve imar planı var mı? Koruma planı var mı? Bildiğimiz kadarıyla yok. Varsa da bilen yok! Planlar henüz hazır değil deniliyor ve askıya çıkma süreleri sürekli erteleniyor. Hükümetin üniversitelerdeki mimarlık fakültelerindeki birbirinden değerli öğretim üyelerini ihmal ederek, görevlendirdiği mimar Sayın Bünyamin Derman, katıldığı toplantılarda; sürekli olarak ‘toprak kaybetmeden kentsel dönüşüm yapmaktan’ söz ediyor. Bu açıklama Hatay halkı için korku filmi gibi bir senaryoyu akla getiriyor: Binlerce, on binlerce Bitişik Blok Nizamdan oluşan konutlar. Bitişik nizam blokların depremde yıkılma riskinin yüksek olduğu ve yeni afetlere davetiye çıkardığı biliniyor. Örnek mi? Cennetten bir köşe olarak satışa çıkarılan şu meşhur Rönesans Evleri. Üstelik Roma döneminden beri Antakya evlerinin aldığı rüzgarı ve taze hava akımını kesen, doğal iklimlendirmeyi bozan, estetikten de yoksun bu tek tip, bitişik nizam yapılar Antakya-Hatay’daki yüksek nem oranında ciddi rutubet sorununu da beraberinde getirir. Yetkililerin Hatay halkının ihtiyaç ve görüşlerini alması ve bunları bilimi ihmal etmeden karşılaması gerekir. Çok mu zor?

Anayasamıza göre; konut ve barınma hakkı temel haklardan biri. Devlet bu hakların gerçekleşmesi için şehirlerin ve diğer yerleşim birimlerinin tarihi ve kültürel nitelikleri ile çevre değerlerini de esas alan planlar çerçevesinde gerekli tedbirleri alır. Asrın felaketinin baş aktörü konumundaki Antakya-Hatay’ımızın plansız ve tedbirsiz yani ‘bilimsiz’ hareket edilmesine tahammülü olmadığı ortada. Anayasamıza, yasalara, imar mevzuatına, çevre mevzuatına uygun işler yapılması elzemdir. Hükümet yetkililerinden halkı bilgilendirmelerini, bu yolla belirsizlikleri gidermelerini ve karşılıklı güven ortamı tesis etmelerini bekliyoruz. Çok mu zor?

Hükümet Hatay’daki planlama ve inşaat faaliyetleri için ilginç bir adım atarak Türkiye Tasarım Vakfını, Bünyamin Derman Mimarlık Bürosunu görevlendirmiş durumda. Ayrıca, TOKİ’yi de görevlendirmiş durumda. Bunların yetkilileri; hedeflerinin en kısa sürede master planı, kent merkezi tasarımını ve mimari projeleri hazırlamak olduğunu basına açıkladılar. Yani ortada bir plan yok, detaylı bir çalışma yok ve yapılan işler-uygulama plansız olarak yapılıyor. Albenisi olan ama değişikliklerle yap-boza dönen, vaziyet planı denilen, kimin çizdiği de belli olmayan basit çizimler sosyal medyada dolaşıyor, bilgi kirliliği yaratıyor. Diğer taraftan, görevlilerin hedefleri tutarsa, depremin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Hatay’ın bir master planı, kentsel tasarımı ve mimari projeleri olacak. Oysaki; depremden hemen sonra yetkin üniversitelerin öğretim üyeleri görevlendirilmiş olsaydı bu planların hepsi bugün bitmiş olurdu. Afet yönetimi ilkeleriyle bağdaşmayan bu plansızlık ve plansızlıktan doğan belirsizliğin sebebi nedir? Liyakatsizlik? Vizyon yetersizliği? Ciddi bir afet yönetim planı olmaması? Halkın ve merkezi hükümetin önceliklerinin farklı olması?...

Ortada plan ve alt detayları-plan notları yok, halka açıklanmış bir plan da yok ama, özel bazı bölgesel planların mevcut olduğu anlaşılıyor. Zemin etütleri, mikro bölgeleme, deprem sonrası fay haritası değişiklikleri çıkarıldı mı? Dikkate alınıyor mu? Sanmıyoruz. Üniversiteler fay hareketleri ve güncel fay bilgileriyle ilgili TÜBİTAK’a birtakım çalışmalar sundu, ama çalışma sonuçları açıklanmıyor. Kentsel dönüşüm projesi kapsamında Hatay’ın farklı yerlerinde 5 bin konut ve işyeri için TEMEL atıldı. Örneğin; Antakya’nın en gözde yeri olan Atatürk Caddesi’nde 3.500 konutluk binaların temeli atıldı. Zemin sıvılaşmasının olduğu, yapılaşmaya müsaade edilmeyecek denilen Asi Nehri kenarına temel atılıyor, ikinci sıra evler yapılacak. Yeni afetlere davetiye mi çıkarılıyor? Temel atılan yerlerde henüz enkaz kaldırma çalışmaları bitmemiş durumda. Depremde yıkılan yapıların temellerinin enkazları toprağın altında duruyor. Enkaz kaldırma işinin belki de en zor kısmı bu. Temel atılan yerlerin bir kısmının 307 hektarlık kent merkezi sit alanı içinde kaldığı söylentileri var. 5 bin konut nereye yapılıyor? Özel mülklere. Yani, Antakya’nın en gözde yerleşim bölgesi olan Atatürk caddesi üzerindeki özel mülklere fiilen ve bedelsiz olarak el koyulmuş gibi hareket ediliyor. Yani biri sizin hasarlı yapınızı yıkıyor. Haberiniz yok. Arsanız üzerine plansız inşaat yapıyor ve sizin haberiniz yok. Varsa da karşınızda sizi bilgilendirmeyen ve dinlemeyen, yerel halkın görüşlerini dikkate dahi almayan, sık sık toplantılar yapan ama bildiğinden şaşmayan yetkililer var. Bu işlerden anlayan meslek odaları, belediyeler sanki tribünde oturuyor ve sessizler. Neden? Bu saydığımız uygulamalardan sonra yasa değişikliği yapılıyor ve yıkım yapılmış, temel atılmış, şantiyeye dönmüş Atatürk caddesi üzerindeki yerler rezerv yapı alanı olarak ilan ediliyor, mevzuat yapılan icraata uygun hale getiriliyor!

Temeli yeni atılmış ya da atılacak bir ev almadan önce, planını ve projesini görmek, kullanılacak malzemeleri sormak istersiniz. Evinizi kentsel dönüşüme sokmadan önce müteahhitten plan ve proje, malzeme sorarsınız. Zemin etüdü var mı? Mikro bölgeleme yapılmış mı? Konumu nedir? Sorarsınız. En basiti evin fiyatını, size maliyetini sorarsınız. Bunları bilen var mı? Yok! Sır mı? Değil!

Hatay halkı bu olan bitenin neresinde? İnsanların kafası ‘ağır hasarlı olan-olmayan tartışmalarından, ‘oldu-bitti yıkımlardan’, ‘kentsel dönüşüm-rantsal dönüşüm’, ‘riskli alan-rantsal alan’, ‘hak sahipliği-yerinde dönüşüm-kentsel dönüşüm kavram kargaşasından dahi karışmış durumda. Dolayısıyla ne söylenirse hepsine müracaat ediyorlar. Deniliyor ki; yerinde dönüşüme tabi konutların sahipleri için 750 bin TL hibe, konutun büyüklüğüne bağlı olarak da 750 bin TL ile 1.250 bin TL arası kredi desteği verilecek. Krediler 2 yılı geri ödemesiz, faizsiz 10 yılda taksitler halinde geri ödenecek. Piyasada kaliteli inşaat maliyetleri; 30 bin TL/m2’den başlıyor. Ortalama iki sene içinde inşaatlar bitince, TOKİ inşaatın enflasyon nedeniyle artmış ortalama maliyetinin mülk sahibine verilen hibe ve kredi tutarını aşan kısmının vade farkıyla birlikte ödenmesini isteyecek. Mülk sahipleri ödeyecekleri toplam maliyet farkını bilmiyor. İnşaat bitip müteahhit-TOKİ ortaklığı tarafından fatura önlerine konulunca öğrenecekler. Ama, itiraz etmek için iş işten geçmiş olacak. Maliyet farkını, kredi taksitlerini ödeyemeyenlerin evleri başkalarına satılacak. Kim bu başkaları? Asi nehri kenarındaki bölgede fore kazıklar çakılmaya başlandı. 1+4 kat’tan ibaret bina yapılacak. Fore kazık maliyetini vatandaş ödeyecek, ama hibe ve kredi son derece yetersiz kalacak. TOKİ-müteahhitine ödeme yapamayanın ölünceye kadar evde oturma hakkı olacağı ve hakkın (borçla birlikte) mirasçılara geçeceği söyleniyor. Mülkiyet hakkı, miras bırakma ve kabul etme hakkı kısıtlanmış oluyor. Korkarız ki; reddi miras çelişkileri de doğacak!

Yerinde dönüşümden yararlanmak isteyenlerden dileyenler, kendileri belediyeye müracaat ederek, inşat ruhsatı alıp, binalarını yaptırabilirler. Ama, böyle bir tercihte bulunanlar hibe ve kredi imkanlarından, proje, ruhsat harçlarından vb kolaylıklardan yararlanma hakkını kaybedecekler. Bu eşitsiz ve anayasaya aykırı uygulamanın nedeni nedir? TOKİ’ye-belli müteahhitlere daha çok kazandırmak mı?

Yerel halk yerinde dönüşüm sürecinin sonunda ne olacağını, neyle karşılaşacağını ne alacağını ve ne ödeyeceğini dahi bilmiyor! Basit bir maliyet-fayda analizi yapmak imkanından dahi mahrum bırakılıyor. Hükümetin bu ve yukarıdaki konularda yerel halkı tüm yönleriyle basit ve net olarak bilgilendirmesi ve bilgi kirliliğinin önüne geçmesi bekleniyor. Çok mu zor?

Antakya- Hatay’ımızın geleceğinin oy sandığına ve ranta endeksli, bilimsellikten uzak, Anayasayı ve yasaları dikkate almayan, popülist söylemlerle ve fiili durum yaratan plansız icraatlar ile karanlıklar içinde bırakılması endişesi mevcut. Bu tür endişelerin giderilmesi halkın zamanında doğru ve net biçimde bilgilendirilmesine bağlı. Bu endişeleri gidermek çok mu zor?

Mimarlık Fakültelerinde öğretilen basit bir gerçek vardır: Plan yoksa kent de yoktur. Plan olmadığı için Antakya’nın tarihi merkezinde yıkım yapılıyor, dozerler, damperli kamyonlar dolaşıyor. Plan olmadığı için su havzalarına, vadilere, zeytinliklere, ormanlara, yerleşim yeri yakınlarına, yol kenarlarına molozlar dökülüyor. Plan olmadığı için verimli tarım arazilerine, zeytinliklere yapı yapılabiliyor. Plan olmadığı için ‘deprem-kondular’ üretiliyor…

Hatay halkı plansız iş yapılmamasını, bilimsel esaslara yasalara uygun planların tüm detaylarıyla profesyoneller tarafından acilen hazırlanıp, şeffaf biçimde açıklanmasını, şehrin kaderi üzerinde söz sahibi olmayı istiyor ve bekliyor. Haksızlar mı?

Hükümeti, muhalefeti, meslek odalarını, sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteleri, belediyeleri ve diğer tüm bileşenleri; ötekileştirmeden ve samimi olarak Antakya-Hatay’ımız için birlikte çalışmaya ve hizmet sunmaya davet ediyoruz. Çok şey mi istiyoruz?

Kesin-kalıcı konutların bir yıl içinde teslim edileceğini vaat ettiler. 10 ay geçti. Henüz enkazlar kalkmadı. Kalan enkazların kalkması en az bir yıl daha sürecek gibi görünüyor.

Meslek odalarıyla toplantılar yapıyorlar. Sonuç?

STK’larla toplantılar yapıyorlar. Sonuç?

Çalıştay düzenliyorlar. Sonuç?

Aradan on ay geçti. Hatay’ın şu sorununu çözdük diyecekleri ne var?

Birkaç slayt gösteriyorlar. Ardından medyaya ‘STK’larla, meslek odalarıyla, halkla toplantı yaptıkları ve katılımcıların memnun kaldıkları’ haberlerini yaptırıyorlar.  

Oysaki; kentsel dönüşüm-rantsal dönüşüm, riskli alan-rantsal alan tartışmaları büyüyor:
TBMM tarafından kabul edilen yasaya göre riskli alan-kentsel dönüşüm işlemleri gerekçesiyle her yer konut vb yapımına uygun rezerv alan olarak ilan edilebilecek. Dolayısıyla, Anayasal hak olan mülkiyet hakkı kısıtlanabilecek. Günün sonunda, parası olmayan hak sahipleri şehir dışındaki TOKİ evlerinde yaşayabilecek. Kent merkezleri ‘şerefiye’ ödeyen varlıklı kesime kalacak. Ancak, Deprem, kentsel dönüşüm vb nedeniyle hak sahibi olanlardan aldığı krediyi ödeyemeyenler mülkiyet haklarını kaybedecek. Bu ve benzeri uygulamaların genel adı ‘mülksüzleştirme’ dir. Mülkiyetin (servetin) el değiştirmesidir. Sonu ise, kent merkezlerinin ve varoşların ticari-rantsal olarak yeniden dizayn edilmesidir. Bunun çok daha büyük bir versiyonunu İstanbul’da göreceğiz. Hatay’daki tiyatral gösterinin adı: ‘Koyun can derdinde, Kasap et derdinde.’

İstanbul’dakinin adı?

Resmi verilere göre Antakya’daki toplam tescilli yapı sayısı 913’tür. Bunun 360’ı yıkılmış, 17’si acilen yıkılması gereken, 298’i ağır hasarlı, 7’si orta hasarlı, 55’i az hasarlı 17’si hasarsız, 160’ı ise henüz tespit edilemeyen durumdadır.

27 Ekim 2023 tarihinde Antakya’da KTB Gn Md ile yapılan toplantıya KTB Gn Md ile HBB Bşk arasındaki ‘kurumlar adına çekişme’ damgasını vurdu.

KTB, HBB Hizmet Binasının, Kurtuluş cad-Köprübaşı (meclis) arasındaki bir bölümün tasarruf yetkisinin 49 yıllığına KTB’ye verilmesini talep ediyor. HBB ise, şiddetle karşı çıkıyor. Artık yeni torba yasayla KTB’nın elinde HBB hizmet binasını ve göre bölgelerini kısmen ya da tamamen rezerv yapı alanı ilan etme yetkisi var!

İlçe belediyelerinin imar planları yürürlükte. Yetki kimde? Uygulama ne olacak? Sorusu yanıtsız kalıyor.

Sit alanda 3 kata müsaade edilecek. Sit alan dışında yapılacak inşaatlarda çok daha fazlasına izin verilecek. Eski (Sit) ve yeni alandaki kat sayıları farkı hem görüntü kirliği hem mülkiyet hakları bakımından adaletsiz ve sorunlu olur.

Yetki ve görev paylaşımı dikkate alındığında bütüncül bir kentsel tasarım ve planlama yaklaşımı yerine, parçalı bir yaklaşım olacağı anlaşılıyor ki bu son derece sakıncalı. Parçalı yaklaşımlar arası çelişkileri gidermek, uyum ve koordinasyonu sağlamak zaman kaybına neden oluyor!

KTB-ÇŞİD arasında, merkezi idare-yerel idareler arasında, yerel idarelerin kendi aralarında iletişim ve koordinasyon sorunu var. Hatay hizmet bekliyor. Tüm bileşenlerin birlikte ve eşgüdüm içinde çalışması lazım.

KTB-ÇŞİDB protokolü saydamlık adına web sitelerinde yayınlanmalı Yoksa, ‘taraflar topu birbirine atıyor. Yanıtlar eksik kalıyor.’

Hatay’a hizmet konusunda hiçbir bileşene sen şu bilgiyi, belgeyi ver, toplantıya katıl ve çekil denilmemeli. Birlikte çalışılmalı.

Taslak planı toplantılarda hızlıca-özet biçimde sunarak sonuç elde edemeyiz. Taslak planın kopyası verilsin, biraz zaman tanınsın hocalarla, şehir plancısı dostlarla askıya çıkmadan değerlendirilsin. Böylece, gereksiz yere vakit kaybedilmez, çok daha saydam biçimde daha çok katılım ve katkı sağlanır, çok daha iyi ve profesyonel bir plan hazırlanır.

Sit alandaki özel mülkiyetin kısıtlanması Antakya halkı ve mülk sahipleri için çok önemli. (Sorunun Rezerv alanlarla ilgisi net olarak ortaya konulmalı. Sit alanda yaratılacak şerefiye mülkiyet kayıplarını telafi etmez)

Arkeopark olarak düşünülen Küçükdalyan’da yerleşim yoğunluğunun artacağı yönünde bir eğilim olduğu anlaşılıyor ve bu endişe veriyor.

Sit alanda farklı yerlerde yeni kazılar yapılıyor. Arkeopark olarak bugüne kadar Küçükdalyan üzerinde duruldu. Arkeopark olarak seçilecek yerin değişiminden söz ediliyor.

Asi nehrinin sağına ve soluna 200 m taşkın bandı-yeşil alan öneriliyor. Ancak, bu bant ve mesafeler nehir boyunca değişkenlik gösterebiliyor, değişkenlik gerekçesi ise tutarsızlıklara konu.

Sayın Bünyamin Derman’ın ‘konsept danışmanlığı’ yaptığını söylediler ki; Türkiye Tasarım Vakfı devreye girdiğinden beri rolü ve fonksiyonu azalmış görünüyor. Daha önce yapmış olduğu çalışmalar yok sayılırsa sürpriz olmaz.

Antakya’da çok sayıda kültürel yapı ihya, inşa, restorasyon işi alan mimarlık bürolarının ellerindeki çok sayıda işi ve telif haklarını il dışından görevlendirilecek mimarlar için feragat-muvaffakat yoluyla devretmeleri istendi. Feragat verilmiş. Yapı sahipleri ile de görüşülmüş ve mevcut sözleşmeleri karşılıklı feshetmeleri istenmiş. İl dışından kim hangi mimarı, nasıl görevlendiriyor?

 

  1. Rezerv Yapı Alanı İlanının Anlamı Üzerine Değerlendirmeler

 

Depremler neden afete dönüşüyor?

Merkezi yönetimdeki ve yerel yönetimlerdeki bilimi, sanatı ve üniversiteleri, meslek odalarını ve toplumsal katılımı dışlayan kentleşme politikaları ve buna bağlı olarak yapı üretim ve denetim sistemi 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinde çöktü. Sağlıksız, kalitesiz ve güvenli olmayan kentler üreten bu sistem ve sistemin çöküşü bizlere çok pahalıya mal oldu! Merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin afet yönetim politikasının ve hazırlıklarının olmadığını gördük. Birgün olacağı kesin olarak bilindiği halde, depremlere yüzyıllar boyunca ve defalarca, umursamaz biçimde hazırlıksız yakalanmış olmamızın, deprem gibi aslında sıradan bir doğa olayının felaketlere yol açmasının sebeplerini unutmamamız ve unutturmamamız gerekiyor.

Felaketin nedenlerini kısaca hatırlarsak;

Sağlıksız, kontrolsüz ve altyapısız gelişen şehirler.

Fay hatları üzerinde ve yakınında yapılaşmaya, şehirler kurmaya devam edilmesi.

Tarım alanlarının, dere, nehir yataklarının yapılaşmaya açılması.

İmar hukuksuzlukları ve imar afları.

Uygun olmayan yapı malzemeleri ve yapı teknikleri kullanılması.

Müteahhitlerin yetersizlikleri.

Denetimsizlik.

Mevzuat ihtiyacı.

Yapı çeşitliliğine önem vermemek.

Sorumluları doğru tespit ederek, hesap sormamak. Yapanın yanına kar kalması.

Kısaca topluma kılavuzluk eden-rol model olan kişi, kurum ve kuruluşlarda sorun var.

Depremde canlarımızı kaybettik. Saniyeler içinde malımız mülkümüz enkaza döndü. Depremden 9 ay sonra hükümetin ürettiği çözüm; ömür boyu çalışıp aldığımız, bize miras kalmış gayrı menkullerimize, özel yasa çıkararak, rezerv yapı alanı adıyla el koymak. Mülkiyet hakkımızı elimizden almak. Sonra da bizim malımızı dilediği gibi tasarruf etmek. Maliyeti de bize fatura etmek. Bunları da ‘kamu yararı’ olarak açıklamak!

Oysaki; depremin üzerinden on ay geçti ve Hatay’ımızın geçici barınma, enerji, eğitim, sağlık, adalet, ulaşım, altyapı, atık yönetimi ve ekolojik kırım, şehir planlaması, ekonomik canlanma-kalkınma sorunları çözülmüş değil. Sorunları çözmek için Hatay’ın bir afet bütçesi dahi yok. Hatay’ı ayağa kaldırmak için Hatay’a aktarılan kaynak, toplanan bağışlar ve yardımlar, vergiler, deprem sebebiyle ek vergiler, yeni ihdas edilen, arttırılmış vergiler, alınan borç ve krediler nerede kullanılıyor bilinmiyor. Ama, Hatay’da kullanılmadığını biliyoruz! Toplanan paralar, uluslararası kredilerden gelen paralar ve hazine hükümetin değil, halkındır ve bu paraların halk için harcanması gerekir. Hatay için şimdi harcanmazsa, ne zaman?

Anayasamıza göre; Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan adına da ‘kamu yararı’ denilen uygulamalar karşısında ENDİŞELİYİZ!

ENDİŞELİYİZ! ÇÜNKÜ;

Önce, Antakya’nın özel mülkiyete konu tarihi kent merkezini riskli alan ilan edip, mülk sahiplerine haber vermeksizin, bu alana dozerlerle girip, fiili durum yaratarak kentsel dönüşüm uygulamaya hazır hale getirdiler. Bu alandaki kültürel varlıkları koruma yasalarını ve kurallarını, sözleşme haklarını, mülkiyet haklarını ihlal ettiler, ediyorlar. Yerin altına da üstüne de sahip çıkıyorlar. Riskli alanı rant alanına dönüştürüyorlar. Her kritik konuda ‘özel sektörü’ görevlendirmiş durumdalar.

ENDİŞELİYİZ! ÇÜNKÜ;

Şimdi de Antakya ve Defne ilçelerinin merkez dahil, çoğu özel mülkiyete ait 207 hektarlık bir bölümünü rezerv yapı alanı ilan ettiler. Sorun depreme hazırlıksız yakalanmaları-ciddi bir afet yönetim politikaları olmaması değilmiş gibi, tek sorun ve engel vatandaşın mülkiyet haklarıymış gibi hareket ediyorlar. Bu özel mülkiyete konu alana da mülk sahiplerine haber vermeden, dozerlerle girip fiili durum yaratarak temel attılar, TOKİ ve seçili müteahhitlerine iş yaratıp, rezerv alanı, ayrıcalıklı imar alanına dolayısıyla da rant alanına dönüştürüyorlar. Her yol, hibe ve kredi dahil, mülk sahiplerini TOKİ ve müteahhitlerine yönlendiriyor.

ENDİŞELİYİZ ÇÜNKÜ;

Sorunun sebebi; deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında (bugün dahil) uygulanacak ciddi bir afet yönetim politikası olmaması. Bu hususu ve şeffaf-samimi-katılımcı çözümü ihmal edip, sorunu özel mülkiyet olarak görmek ve ilan etmek, sosyal hukuk devletinde fiili durum yaratarak mülkiyet haklarını ihlal etmek kent merkezlerini (kalbini) arsaya dönüştürüp, etütsüz, plansız biçimde müteahhitlere teslim etmek, temel atmak, sadece soyut vaatlerde bulunmak ciddi hatadır, sorunlar üretir.
Plansız kent olmaz, plansız inşaat ve kentleşme ise, ‘arabayı atın önüne koşmaktır’
Merkezi hükümet; yerel yönetimler, meslek odaları, üniversiteler, STK’lar, kent konseyleri ile dayanışma içinde icraat yapmıyorsa, ‘şekli’ ve ‘dayatmacı’ toplantılar yapmak yerine, sorunun çözümü için halkın ve kentin, tüm bileşenlerin önünü açmalı. Kamu hizmeti ve kamu yararı için afetzede kent halkına tam destek sunmalı. Sosyal hukuk devletinde, gerçek ve samimi ‘kamu yararı’ uygulaması böyle olur.

ENDİŞELİYİZ! ÇÜNKÜ;

Önce fiili durum yaratıp, uyguladılar. Mülk sahiplerine tebligat yapmadan-haber vermeden, kentin %80’i-%90’ı yıkıldı beyanları arasında, depremin yıkamadığı yapıları da yıktılar. Koca kenti arsaya dönüştürdüler. Mevzuat değişikliği uygulamayı takip etti.

Bunları yaparken, yetersiz hibe ve uzun vadeli kredi vaatleri ve propagandası arasında hak sahipliği yerinde dönüşüm adı altında mülk sahiplerinden itiraz etmeyeceklerine dair beyanlar aldılar. Oysaki; depremden 10 ay sonra, bugün dahi, hak sahipliğinin ve yerinde dönüşümün ‘adı var, kendisi yok.’ Kimse nerede, neye, ne zaman, nasıl, hangi maliyetle hak sahibi olduğunu bilmiyor! Her şeyi geleceğin belirsizliğine ve yasal boşluklara havale ediyorlar! Günü kurtarmak politikası bu olsa gerek!

Bugün gelinen noktada insanların mülkiyetine ‘rezerv yapı alanı ilan ettik’ diyerek el konuluyor.

Üstelik rezerv yapı alanı belirleme kriterleri somut, net ve mevcut değil. Fay hatlarının üzeri, dere-nehir kenarları, yeşil alan diye ilan edilen yârler rezerv yapı alanı olarak ilan ediliyor. Rezerv yapı alanının 207 hektar olduğunun daha az ya da fazla olmadığının bilimsel nedenleri dahi belirsiz ve bilinmiyor.

Hak sahibi olmanın, yerinde dönüşüm hakkının güvencesi belirsizlik ve güvensizlik içinde aşınmış durumda! Afetzede Hataylıların gelecek beklentileri dahi karartılıyor. Her şey TOKİ ve müteahhitlerine, pazarlık usulüyle devlet ihalelerine-inşaata endeksleniyor. Mülk sahiplerine çıkarılacak maliyetler de buna dahil!

ENDİŞELİYİZ ÇÜNKÜ;

Bakanlığın internet sitesinde (https://istanbul.csb.gov.tr/rezerv-yapi-alani-i-3121) saymış olduğu, aşağıda yer vermiş olduğumuz yetkiler başlı başına mevcut ve gelecekteki risklerin, sorunların, belirsizliklerin ve güvensizliğin habercisidir. Üstelik sorun sadece Hatay’a ait değil, tüm Türkiye’ye aittir:

“ Bakanlığımız (ÇŞİDB):

  1. a) Riskli yapılara, rezerv yapı alanlarına ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlara ilişkin her tür harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemleri ile toplulaştırma yapmaya,
  2. b) Bu alanlarda bulunan taşınmazları satın almaya, ön alım hakkını kullanmaya, bağımsız bölümler de dâhil olmak üzere taşınmazları trampaya, taşınmaz mülkiyetini veya imar haklarını başka bir alana aktarmaya,
  3. c) Aynı alanlara ilişkin taşınmaz mülkiyetini anlaşma sağlanmak kaydı ile menkul değere dönüştürmeye,

ç) Kamu ve özel sektör işbirliğine dayanan usuller uygulamaya, kat veya hasılat karşılığı usulleri de dâhil olmak üzere inşaat yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye,

  1. d) Kat Mülkiyeti Kanunundaki esaslara göre paylaştırmaya, payları ayırmaya veya birleştirmeye, Medenî Kanun uyarınca sınırlı ayni hak tesis etmeye

yetkilidir.”

Anayasaya aykırı yasadaki yetkiler bununla da bitmiyor: ÇŞİD Bakanlığı; rezerv yapı alanlarında her türlü imar ve yapılaşma hizmetlerini durdurulabilir; taşınmazların satışını, devrini ve kiralanmasını yasaklayabilir. Yapıların, elektrik, su ve doğalgazını kestirebilir. Rezerv yapı alanında bulunan sağlam binaları da kendi uygulayacağı proje bütünlüğünü gerekçe göstererek yıkabilir…

 

ENDİŞELİYİZ ÇÜNKÜ;

Devletin kamu hizmetlerini sunmak için taşınmaza ihtiyacı olabilir. Devletin elinde kamu hizmetini sunmak için yeterli ya da uygun taşınmaz yoksa, devlet, kamu yararı gerekçesiyle ve yasalardaki prosedürlere uygun olarak özel mülkiyete ait taşınmazlara el koyabilir. Titizlikle uygulanması gereken bu el koyma; kamulaştırma ve acele kamulaştırma denilen yöntemlere göre olur. Bir diğer yöntem; trampa yoluyla kamulaştırmadır. Şimdi, depremden 10 ay sonra, çözüm diye gayrı vazıh biçimde icat edilen kamulaştırma benzeri, dolaylı, örtülü kamulaştırmanın yeni adı; Anayasaya aykırı olarak ‘özel mülkleri rezerv yapı alanı ilan etmek.’ Rezerv yapı alanı ilan etme; mülkiyet hakkına doğrudan müdahale edilmesi, dolayısıyla da mülkiyet hakkının kısıtlanması ya da sona ermesi niteliğindedir. Bu nedenle Anayasaya aykırıdır.

Anayasamızın 46’ncı maddesine ve yerleşik içtihatlara göre; kamulaştırma bedelinin nakden ve peşin ödenmesi esastır. Keyfi ve belirsizlikler içinde kamulaştırma yapılamaz. Bedelsiz el koyma ya da kamulaştırma olmaz. Kamulaştırma kararı olmadan bir mülke müdahale edilmesi veya herhangi bir suretle el konulması mümkün değildir. Bu bakımdan, özel mülkü rezerv yapı alanı ilan etme Anayasaya aykırıdır, kamulaştırmasız el atmadır.

Kamulaştırma yapılabilmesi ya da rezerv alan ilan edilebilmesi için öncelikle ortada bilime ve sanata uygun plan ve proje olması ve bunların ciddi analizlere, örneğin zemin etütlerine ve bilimsel değerlendirmelere dayanmış olması gerekir. Hatay’ın üzerine kurulduğu havzada, özellikle rezerv yapı alanı ilan edilen Asi Nehrine yakın bölge zemininde deprem sebebiyle olan değişiklikler, jeolojik etütler, mikro bölgeleme, alüvyon derinliği, sismik dalga etkisi, yeni faylar, yer altı sularındaki değişim vs belli olmadan şehir planlaması yapmak, şehir planlaması olmadan da TOKİ vasıtasıyla imar ve mimari uygulamaları-projeleri başlatmak hukuka, bilime ve sanata aykırıdır. Depreme dirençli yapılaşmaya ve kentleşmeye aykırıdır. Kısacası; yerleşime uygun alan olmayan zemine sahip Antakya’da deprem-plan-zemin-yapı ilişkisinin sağlıklı olması olmazsa olmaz önemdedir.

Ortada mevcut geçerli bir plan ve proje olmadığı için; özel mülkiyete ait ada ve parsellere inşa edilecek hastane, okul gibi yapılar bilinmiyor. Ama, bunlar tapuya kamu mülkiyetine ait taşınmaz olarak tescil edilecek. Özel mülklere yapılacak yol, park, meydanların ise, tapuya tescili dahi gerekmeyecek. Bu durum mülkiyet hakkı kargaşasına ve ihlaline yol açar. Müteahhitlere kat ya da arsa karşılığı yaptırılacak veya KÖİ Modeliyle yaptırılacak inşaatlardan pay verilmesi, esas mülk sahiplerine başka yerlerde konut önerilmesi de mülkiyet hakkı ihlalidir.

Rezerv yapı alanı ilanı; mevcut ve yürürlükte olan imar mevzuatıyla ve uygulamasıyla çelişiyor. Onları ‘yok sayıyor’. Bunu yaparken de yerel idareleri, yetkilerini ve fonksiyonlarını, özerkliklerini de ‘yok sayıyor’.

Rezerv yapı alanı ilanında; kamu hizmeti-kamu yararı-bireysel yarar arasında hiçbir denge kurulmadığı, aralarındaki ilişkinin ölçüsüz ve orantısız biçimde kişisel-rantsal çıkarlar lehine olduğu ve izaha muhtaç olduğu görülüyor.

Rezerv yapı alanı ilanının gerçek mahiyeti; soyut bir ön kabul olan kamu yararı görüntüsü gerisinde özel hukuk tüzel kişileri yani müteahhitler yararına yapılan ticari nitelikli bir işlem olmasıdır. Ortada mal sahiplerince ihtiyaç duyulan ve özel şirketlere yaptırılması mümkün olan inşaat işleri vardır. Özelleştirme yapmakla övünen hükümet, şimdi ‘inşaat yapmak ve yaptırmak benim işim’ diyerek özel mülklere el koyuyor, Anayasaya aykırı kamulaştırmalar yapıyor. İnşa edilecek ve edilen yapıların kamu hizmetine tahsis edilmesi ve kamu yararına konu olması söz konusu değildir. Anayasamızda öngörülenin aksine, kamu hizmetinin yürütülmesi için zaruri olan, ihtiyaç duyulan taşınmaz yoktur, ama özel mülke el koyma ve inşaat yaptırma, bedelini de mülk sahiplerine ödetme vardır.

Hükümet rezerv yapı alanı olarak ilan ettiği özel mülkleri aldıktan sonra ne yapacak? Ne olacak?  Sizi neler bekliyor? sorularına yanıt aradığımızda rantiyenin yolunu açan yasada ve ilgili diğer mevzuatta (7033 Sayılı CB Kararı gibi) şunları görüyoruz:

Devletin tapuda mülkiyetini bedelsiz devralarak el koyduğu arazi ve arsalarınız üzerindeki mülkiyet haklarınızı artık kullanamayacaksınız. Üzerinde bina varsa, sağlam dahi olsa oturamayacaksınız, kiraya veremeyeceksiniz. Satamayacaksınız. Altyapı hizmetlerinden de yararlanamayacaksınız. Üzerine inşaat yaptıramayacaksınız. Tahliye etmezseniz, direnirseniz hükümet konut dokunulmazlığını ve mülkiyet hakkınızı yok sayarak zor kullanacak.

Hükümet bu arazi ve arsaları yeniden düzenleyecek, üzerindeki binaları yıkacak, planlayacak, gerekirse satın alacak, bunları başka arsa ve arazilerle trampa yoluyla değiş-tokuş yapabilecek. Mülk sahiplerinin mülkiyet haklarını başka bir yerdeki arsa veya araziye aktarabilecek. Nitekim, TOKİ, bu amaçla kent merkezinden uzakta, altyapısı olmayan orman, mera vb vasıflı araziler üzerine, hiçbir kurumdan izin almadan, imar planları üretmeden, mimari projeleri onaylatmadan projeler gerçekleştirmektedir.

Bu gayrı menkuller için ‘gayrı menkul hisse senedi’ gibi menkul kıymetler çıkarıp, mülk sahiplerine verebilecek, fiziki olan taşınmaz mülkiyetinizi alınır-satılır temsili kağıtlara dönüştürebilecek. Bu arsa ve araziler üzerine yerli ve/veya yabancı müteahhitler, kişi ve şirketler ile (köprü, tünel, otoyol, şehir hastaneleri örneklerine benzer biçimde) Kamu-Özel Sektör (KOİ) iş birliğiyle toplu konut projeleri yaptırabilecek. Toplu konut projelerini kat ya da arsa karşılığı veya hasılat paylaşımı karşılığı müteahhitlere yaptırabilecek, müteahhitlere bina, kat ve daireler verecek. İnşaatlar bittikten sonra mülk sahiplerinden isteyeceği paraları müteahhitlerle birlikte belirleyip tahsil edecek. Mülk sahiplerinin arsa paylarını istediği gibi belirleyecek, kat mülkiyeti tesis edebilecek.

Bu konularda Cumhurbaşkanı’na tanınmış, temerküz etmiş özel yetkiler mevcut.

Yukarıda özetlenen uygulama süreci; mülk sahibiyken açık bir mülksüzleştirme süreci, mülkiyet haklarının kısıtlanması süreci, mülkiyet hakkına konu taşınmazın m2 bazında küçülmesi süreci olarak gerçekleşecek. Mülk sahipleri mevzuattaki boşluklarla ve adli mercilerin işleyişinden kaynaklanan risklerle baş başa bırakılmaktadır. Bunlar yaşanan afet kadar önemli sorunlardır.

Rezerv yapı alanı ilan edilen bölgedeki özel mülke konu taşınmazların ne sahipleri ve adresleri ne konumları, ne de fiziki ve geometrik sınırları bilinmemektedir. Bu sorun taşınmazın durumunun net ve somut olarak tespit edilmemiş olduğu kadastro geçmemiş yerlerdeki özel mülklerde daha büyüktür. Anayasamıza ve yasalara göre; belirsizlik içinde kamulaştırma vb uygulamalar yapılmaz. Dolayısıyla rezerv alan ilan edilen yerdeki özel mülkiyet haklarının özü Anayasa Md. 35 ve Md. 46’ya aykırı olarak kısıtlanmaktadır.

Üstelik; inşaatlar bittiğinde, özel mülk sahiplerince geri alınacak taşınmazın niteliği, maliyeti ve geri alınma koşulları belirsizdir. Geri satın alma-ödeme gücü olmayanlar miras haklarını kaybedecek. Reddi miras uygulaması hukuki sorun yaratacaktır. Mülkiyet hakkının özünü etkileyen bu belirsizlik geri alım hakkını/güvencesini/garantisini ortadan kaldırmaktadır.

Kentsel dönüşüm yani afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi; imar planı olmaksızın ya da mevcut imar planlarına aykırı yapılaşmış yerlerin, imar planlarına uygun hale getirilmesi için iyileştirilmesi, bozulmuş kent dokusunun ve eskimiş riskli yapıların yenilenmesi sürecidir. Kentsel dönüşümün iki temeli var: Birincisi; Anayasal hak olarak sağlıklı çevrede ve sağlıklı yapılarda yaşamak için planlı kent ve kentleşme. İkincisi mülkiyet hakkının korunması.

Makro plan, koruma planı ve imar planı henüz hazır olmaksızın ‘rezerv yapı alanı’ ilan edilmesi hep söylüyoruz, ‘arabayı atın önüne koyarak gitmeye çalışmaktır.’ Plansız kentleşmenin getirdiği sorunlar; teknik altyapı çalışmaları olmadan şehir ve imar planları, koruma planları hazırlanmadan rezerv yapı alanı ilan edilerek çözülmez. Kentsel dönüşüm sadece inşaat yapmaktan ibaret değildir. Aksine, yapılan ve yapılacak yıkımlar kentin dokusunu, kentsel ve kültürel belleği ile demografik yapıyı yok eder. Kent merkezini işlevsizleştirir, kent vizyonunu yok eder.

Rezerv yapı alanları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (Kentsel Dönüşüm İdaresi) tarafından re’sen belirlenebileceği gibi, TOKİ veya İdare (belediye, il özel idaresi) ya da gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerinin talebi üzerine de belirlenebilmektedir. Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince bir alanın “Rezerv Yapı Alanı” olarak belirlenmesi talebinde bulunulabilmesi için talebe konu taşınmazların tüm maliklerinin muvafakati gerekmektedir. Sahip oldukları imar planıyla terkleri zaten yapılmış arsalarının yaklaşık dörtte birini mükerrer olarak devlete terk etmeleri gerekmektedir ki; bu başlı başına devlete servet-mülkiyet transferidir. Kısacası; özel mülk sahipleri TOKİ dışında, kendi imkanlarıyla kendi inşaatlarını yaptırmaya teşebbüs ettikleri zaman ciddi yasal zorluklarla ve mali yükümlülüklerle, mali külfetle karşılaşmaktadır. Hibe ve teşvik haklarından yararlandırılmamaktadırlar. Bu da yapılan düzenlemelerde TOKİ ve TOKİ’nin müteahhitlerinin, TOKİ’nin ‘ticari iş modelinin’ ve rantın esas alındığının-teşvik edildiğinin bir göstergesidir.

Kullanım amacı ve yeri somut ve net olmayan, Türkiye’nin istisnasız her köşesi için liyakatsiz ve orantısız biçimde kullanıma açık olan dolayısıyla şeffaf olmayan, bu yetkilerin mevcudiyeti ve kullanılması; Anayasanın 35 ve 46’ncı maddelerine muhalif olarak mülkiyet haklarının ihlal edilmesidir. Hükümete özel mülk sahiplerine ve özel sektöre karşı sınırsız ve kontrolsüz, dolayısıyla son derece ‘sakıncalı’ bir güç vermektedir. Tapu kayıtlarında özel mülkiyet hakları yok sayılarak re’sen yapılan değişiklikler ve mülk sahiplerinin bu değişikliklere istinaden borçlandırılması gelecekte doğacak borç külfeti, miras bırakamama, mevzuat boşluklarından zarar görme, davalar açma, adli işlemlerin işleyiş riskleri, mülksüzleştirme, ‘istismar’ gibi doğacak ciddi sorunların göstergesi ve habercisidir.

7471 SK’nda yer alan çerçevesi çizilmemiş ‘sınırsız yetkiler’ aynı zamanda; Anayasanın 126’ncı ve 127’nci maddelerinde ve Türk İdare Hukukunda yer alan Türkiye’nin idari yapısına ilişkin 5393 Sayılı Belediye Kanunu, 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gibi düzenlemelere aykırı olarak Türkiye’nin idari yapısının merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev yetki dağılımının, yerel hizmetlerin sunulması için özel yasal yetkilerle donatılmış olan, seçimle iş başına gelen yerel yönetimlerin özerkliğinin ve fonksiyonlarının, Anayasadaki ‘yerinden yönetim ilkesinin’ tasfiye edilmesidir.

Selçuklu, Osmanlı dönemi dahil, tarihte mülkiyet ve toprak rejimi; iktisadi, sosyal ve siyasi gelişmeler üzerinde belirleyici olmuştur. Anamalcı sistemin özü olan mülkiyet hakları son derece hassas bir konu olup, deneme-yanılma yöntemi uygulamasına tahammülü yoktur. Aksi takdirde, ciddi sorunlar ve maliyetler yaratması riski mevcuttur.

Antakya’da 207 hektarlık bir alanın, İskenderun’da daha küçük bir alanın rezerv yapı alanı ilan edilmesi ve bu alanlardaki özel mülk sahiplerinin mülkiyet haklarını kullanamaz duruma gelmeleri; tüm Türkiye için pilot uygulama olup, buralarda ‘laboratuvar çalışmaları yapılacağı’ anlaşılmaktadır.

Bu işler yapılırken şeffaf, somut, tutarlı ve sonuç doğuracak açıklamalar yapmak, bilgi kirliliğinin önüne geçmek yerine, rantiyeciler, yandaş muhtarlar ve seçmenler ile medya üzerinden soyut mesajlar verilerek, propaganda yapılıyor ve kamuoyu yaratılmaya çalışıyor. Siyasi partiler, üniversitelerimiz, meslek odaları, STK’lar bu işin neresinde?

‘Biz ne yapıyorsak doğrudur!’ anlayışıyla yaratılan fiili durum ve hak arama konusundaki yasal kısıtlamalar karşısında mülk sahiplerinin hukuki mücadelesi önemlidir, ancak depremden 10 ay sonra ‘acele iş yapma’ adına oldukça sınırlandırılmış durumdadır. Bu nedenle kişisel ve sosyal hakların korunması ve savunulması için birlikte ve dayanışma içinde hareket etmek şart. Anayasamızın 35’inci maddesine ve Türkiye’nin taraf olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre; her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Hakkınızı arayınız! Geleceğinize sahip çıkıp koruyunuz!

Bu nedenlerle afeti, barınma ve mülkiyet hakkını rant aracı haline getiren 7471 Sayılı Kanun Anayasa Mahkemesi nezdinde yürütmeyi durdurma talebiyle iptal davası açılması elzemdir. Bu dava muhalif siyasi partiler ve milletvekilleri tarafından açılabilir ki; bu çabaları izliyor ve destekliyoruz.

Mülk sahipleri idare mahkemesinde dava açıp, mahkemeden 7471 SK’nun ilgili maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia ederek, mahkemenin uygun görmesi halinde Anayasa mahkemesi nezdinde iptal davası açmasını talep edebilirler. Dava açabilmek için kendilerine e-devlet üzerinden tebligat yapılmasını beklemeleri, iletişim içinde olmaları gerekir.

Bir diğer yöntem ise, daha önce 7033 Sayılı Cumhurbaşkanlığı kararına karşı açılan davalarda olduğu gibi, mülk sahiplerinin tercihen bir araya gelerek, İdarenin (ÇŞİD Bakanlığı vb)  ‘rezerv yapı alanı’ ilan kararının iptali için Danıştay nezdinde dava açmasıdır. Mülk sahiplerinin dava açabilmek için kendilerine e-devlet üzerinden tebligat yapılmasını beklemeleri ve iletişim içinde olmaları gerekir.

Hatay Barosu açılacak davalarla ilgili çalışmaları devam ettiği için henüz dilekçe ve bilgi paylaşımı yapmıyor. Diğer konular, sürekli çıkan kararnameler ve değiştirilen kanunlar nedeniyle avukatlar üzerinde aşırı bir çalışma yükü mevcut. Ayrıca, avukatların da birer afetzede olduğunu unutmayalım. Halen ev ve büro sorunlarını çözememiş olmaları nedeniyle çok zor şartlarda, özel hayatlarından feragat ederek çalışıyorlar. Mağdur vatandaş çokluğu, dolayısıyla bilgi ve hizmet taleplerindeki artış, merkezi ve yerel yönetimlerin koordinasyon ve bilgi eksikliği, medyada yaratılan bilgi kirliliği avukatları fazlasıyla meşgul ediyor.

Merkezi hükümetin koordinasyonunda yerel yönetimlerle, meslek odalarıyla, üniversitelerle, STK’larla kent konseyleriyle samimiyetle iş birliği ve dayanışma içinde, vakit kaybetmeden icraat yapılmasının elzem olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz.

Mülk sahiplerine ve özel sektöre sağlanacak teşvik, vergi muafiyeti, kredi gibi kolaylıklarla deprem bölgeleri başta olmak üzere ülke genelinde kapsamlı, planlı-programlı bir kentsel dönüşüm seferberliği başlatılmalı ve depreme dayanıklı ve sağlıklı barınma ihtiyacı acilen karşılanmalıdır. Hatay (özellikle yıkımın çok fazla olduğu Antakya, Kırıkhan, Samandağ, Defne) kalkınmada öncelikli yöre ilan edilmelidir.

Bunlar yapılırken, yeniden yapılaştırma faaliyetlerini daha fazla gecikmeden etap-etap, mahalle-mahalle yapabilirlerdi yapmadılar, yaptırmadılar. Bu konuda daha fazla vakit kaybedilmemelidir.

Geçici ve kalıcı barınma sorunlarının çözümü için (çelik konstrüksiyon vb) yapı kooperatifleri teşvik edilmelidir.

Hükümetten, kamu görevlilerinden, merkezi ve yerel idareden, milletvekillerinden kamu hizmeti ve kamu yararına işler yapılmasını talep etmek anayasal, yasal ve demokratik haktır. Sessiz kalmayalım! Yorulmadan, tekrar-tekrar talep edelim. Anayasal, yasal ve demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanalım!

KADOP olarak sosyal medyada bugüne kadar yayınlamış olduğumuz spotlar; sorunlara, çözümlere ve hatalı uygulamalara dikkat çekip, farkındalık yaratıyor.

Sonuç: Hatay başta merkezi hükümet olmak üzere, istisnasız tüm bileşenlerden/paydaşlardan samimi hizmet bekliyor.

 

 

Saygılarımızla

KADOP

Kadim Antakya Dostları Derneği

 

EK:

7033 Sayılı CB Kararının İptal Edilmesi İçin Dava Dilekçesi Örneği (İndirmek için tıklayın)

Hatay Valiliği’nin Enkaz Döküm Faciasının Önlenmesi İçin Açılan Dava Dilekçesi (İndirmek için tıklayın)